6. Filo\'yu Protesto Olayları

May 23, 2017 | Autor: Cansu Tan | Categoría: Political History of Turkey, May 68, Protest Movements, News Analysis, Student Protest
Share Embed


Descripción

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

Sınıf III





Türk Siyasal Hayatı Semineri (Güz Dönemi)

Doç. Dr. Nazan Çiçek







ALTINCI FİLO'YU PROTESTO OLAYLARI





CANSU TAN

13080427









Ankara

2016







6. FİLO'YU PROTESTO OLAYLARI









Giriş

Altıncı Filo'yu Protesto Olayları, özellikle 1968 ve 1969 yıllarında
Türkiye'yi ziyaret eden ABD Donanması'na ait 6. Filo'da görevli askerlere
karşı girişilen eylemleri anlatmaktadır. Bu eylemler dönemin konjonktürünün
bir parçası olan isyan ve hareket ortamından beslenerek oluşmuş ve karşı
çıkılan Amerikan emperyalizminin somutlaşmış bir göstergesi olarak siyasi
eylemlerde öğrenci mobilizasyonunu sağlamıştır, bu nedenle 68 Hareketi
içinde özel bir önem taşımaktadır.

68 Hareketi derken 1968 yılında zirvesini yaşayan ama etki açısından
1966-1971 yılları arasında dünya genelinde toplumsal bir kalkışma ve
siyasal hareketlilik yaratan bir dönemi anlamak gerekir. Bu öylesine geniş
bir alana yayılmış bir hareketliliktir ki hakikaten dünyada eşzamanlı bir
devrimci hissiyatın varlığı konusunda herkesi ikna eder. Bu durumu, ruh
halini anlamak ve anlamlandırmak için öncelikle dönemin toplumsal
dinamiklerini açıklamaya girişmek iyi bir başlangıç olacaktır.[1]



Dünya'da 68

İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeni
1960'larda da sürmekteydi. ABD önderliğindeki Batı Bloku ve SSCB
önderliğindeki Doğu Bloku arasındaki Soğuk Savaş, 1962'de yaşanan Küba Füze
Krizi'nden sonra nükleer denemelerin durdurulmasına ilişkin Moskova
Antlaşması'nın imzalanmasıyla yumuşama evresine geçti.[2] Ancak bu
yumuşama, iki devlet arasındaki sürtüşmenin "diğer devletler üzerinden"
yaşanacak bir güç gösterisine dönüşmesinden başka bir şey değildi. Bir
nükleer savaşın kendi topraklarına ve milletine zarar vereceğini gören iki
süper güç, sürtüşmenin başka toprakları ve milletleri etkileyecek şekilde
sürmesinin kendileri açısından daha güvenli ve sürdürülebilir olduğu
görüşünde hemfikir gözüküyorlar. 1950'lerdeki Kore Savaşı'ndan sonra iki
kutup arasındaki ikinci sıcak çatışma alanı olan, 1963-1973 yılları
arasında süren ve büyük bir yıkıma neden olan Vietnam Savaşı bunu kanıtlar
niteliktedir. Bir yandan 1967 Arap-İsrail Savaşı, Mısır ve İngiltere'nin
bölgedeki etkileri ve Süveyş Kanalı'nın jeopolitik önemi dolayısıyla
Amerikan ve Rus Donanmalarının Akdeniz'de güç gösterilerinde bulunmaları;
öbür yandan 1968'de Varşova Paktı'nın Çekoslovakya'yı işgal etmesiyle
SSCB'nin uluslararası dengede daha fazla güç kazanması, yine Soğuk Savaş'ın
sorumlu iki devden uzakta sürdüğünü göstermektedir.

Bu siyasi gelişmelerin yanında bu yıllar, dünyada ekonomik gelişmenin
yükseldiği yıllar olmuştur. Dünya, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri kendini
ancak toparlayabilmiş, Avrupa'da özellikle Almanya yüksek bir büyüme hızı
tutturmuş, işsizliği tasfiye etmenin yanı sıra kalifiye olmayan işler için
yurt dışından işçi getirtme ihtiyacı duyacak kadar yoğun bir büyüme içine
girmiştir.[3] Kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı ertesi girdiği yeniden
yapılanma süreciyle esas olarak ABD, Avrupa ülkeleri ve Japonya belli bir
"refah seviyesi"ne ulaşmış, 68'e gelindiğinde ise işsizlerin artışıyla
kendini gösteren bir durgunlaşma dönemine gelinmişti. Refah seviyesi,
çoğunluğun eğer işsiz değillerse ağır şartlar altında çalışması, azınlığın
da zenginliğine zenginlik katması demekti. Tarımda da makineleşmeyle
birlikte köylüler 1950'lerin sonunda kentlere göç etmişler, dahası tıpkı
Türkiye'de yaşandığı gibi şehir yüzü göremeden iş bulabilecekleri en yakın,
hatta bazen uzak ülkelerin metropollerinde işçi, işsiz, kaçak işçi olmaya
başlamışlardı.

68 Hareketi'nin ortaya çıkışında ilk ve temel sorunsal eğitim
sistemiydi. Otoriter yapısıyla üniversiteler de kapitalizmin yeni evresinde
sanayiye uygun, ihtiyaç duyulan vasıflı işçileri yetiştirecek bir eğitimi
hedefliyordu. Fransız Eğitim Bakanı o dönemde "Artık üniversitenin
sanayileşmesi gerek." demişti. Yükseköğrenim "görüşü olmayan aydınlar"
yetiştirmeye göre tasarlanmıştı. Üniversitenin ve genelde sistemin
öğrenciye, bireye, yurttaşa yer vermeyen hiyerarşik ve otoriter yapısı,
sınav sistemi, müfredat içeriği, gençlerin bugünün deyimiyle "Benim Adıma
Asla"da ifadesini bulan muhalefetiyle karşılaştı. Diğer sorunsal "doğrudan
demokrasi" istemiydi. Gençler karar mekanizmalarında yer almak istiyor,
"Demokrasi Hemen Şimdi" diye haykırıyorlardı; hayallerle dayatılan arasında
sıkışılıyor, anne babalar gibi olmaya karşı çıkılıyordu.[4] Gençlik
kendisine giydirilmeye çalışılan kalıplara sığmamaya başlamıştı. Bunun iki
nedeninden söz edilebilir. Birincisi, İkinci Dünya Savaşı'nın yoksulluğuna
değil, refah döneminin şatafatına doğmuşlardı ve savaş jenerasyonunun "azla
yetinme" ideolojisinden pek feyz alınmamıştı. İkinci ve esas neden ise
1950'lerde ortaya çıkan, American Dream (Amerikan Rüyası) ya da American
Way of Life olarak adlandırılan yaşam tarzının yeni nesiller üzerindeki
etkisiydi. Amerikan hayat tarzının insani mutluluğu, tatmini ve erdemleri
tüketimin sınırları ve tüketim normlarına indirgeyen bir ahlakı/ideolojisi
vardı. Bunun yarattığı tek tip bir hayat yaratıcı bireysel-insani
inisiyatifleri engellemekte, hatta gençliğin içinde bulunduğu ağır
bunalımın da tek müsebbibi olmaktaydı. Dönemin radikal gençlik grupları
marjinal alt-kültürlere yönelmeye başladılar, hızla tek tipleşen bu hayat
tarzına kültürel karşı çıkış ABD'de Beatnik ve Hippi adıyla doğdu ve
getirileri sosyalist öğrenci gruplarınca da benimsenerek politikleşti.[5]
Çin Kültür Devrimi'nin Sovyetik hegemonyayı kırması ve "her ülkede kendine
özgü bir yol arayışı" düşüncesine somut bir örnek oluşu, sömürgelerdeki
ulusal kurtuluş mücadeleleri, kapitalizme yönelik eleştirel çalışmalar,
giderek artan okuma iştahıyla gelen bilgi ve bilinç de gençliğin isyanını
besliyordu. Bu arada Avrupa'daki Komünist Partilerin Sovyetler Birliği
çizgisinde resmileştirilen Marksizm yorumuna da karşı çıkılıyor, yeni bir
"sol" arayışı gündeme oturuyordu.[6] Önemli başka bir etken ise, ABD'nin
itibar kaybı yaşamaya başlamış olmasıydı. Tüketim ideolojisini Pax
Americana ilkesiyle yani Türkçe söylersek "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"
ilkesine benzer bir barışçı söylemle "kamufle" eden ABD, yaşanan ekonomik
durgunluktan etkilenmiş, siyah-beyaz ayrışması ile damgalanmış, Vietnam'la
uluslararası kamuoyunun vicdanında hüküm bile giymişti.[7] ABD'nin 15 bin
mil ötedeki bir Asya ülkesini işgal ederek yürüttüğü savaş, dünya
halklarının ve elbette ki gençliğin gözünde emperyalizmi daha bir görünür
kıldı; yaşanan öfkeyi, başkaldırıyı dünyanın pek çok ülkesinde üniversite
gençliğinin, yer yer de işçi sınıfıyla birlikte, kitlesel isyanına
dönüştürdü. 68'in isyancıları sadece Vietnam'ı değil, dünyanın herhangi bir
yerindeki baskı ve katliamları da dert ediniyorlar, enternasyonalist bir
çizgide ilerliyorlardı. Bu dönemde dillerinde olan "Yankee go home!"
sloganı ise, ABD'nin başka ülkelere askeri müdahalelerine yönelik protesto
gösterilerinde yaygınlaşmış bir slogandı.

Buna paralel bir toplumsal serbestleşme atmosferi ortaya çıkmıştır.
İnsanlar, bunalımlı zamanların zorladığı kolektif muhafazakarlığı
üzerlerinden atmaya başlamış; ABD'den başlayarak yayılan Beatnik ve sonra
da Hippi akımları cinsel devrimi tüm dünyaya taşımıştır. Beatles
uluslararası kültür olmuş; Mayıs 1968'de Fransız üniversitelerinde (önce
Sorbonne'da) başlayan ve "Yasaklamak Yasaktır" sloganıyla efsaneleşen
öğrenci devrimi, tüm otoriter değerleri alt üst ederek anarşizmin
boyutlarını zorlayan özgürlük havasını her tarafa yaymıştır.[8] 1950'lerde
yaşanan Küba Devrimi de bu özgürleşme ortamının yaratılmasını ve sosyalist
fikirlerin kök salmasını sağlamıştır. 1917 Devrimi deneyiminin Stalinizm
gibi baskıcı bir rejime dönüşmesinin yarattığı devrim düşüncesine karşı
soğuk tutum, Küba Devrimi ile ortadan kalkmaya başlamıştır. Ayrıca Latin
Amerikalı devrimci Ernesto Che Guevara'nın La Higuera'da yakalanıp 9 Ekim
1967 tarihinde Bolivya Ordusu'nun elinde öldürülmesi de bu olayların
başlangıcına neden olarak gösterilebilir.

Dönemin gençlik hareketlerinin ideolojik ve teorik arka planı başka
kanallardan da besleniyordu. Sartre'ın önderliğindeki varoluşçu felsefe,
"irade" kavramının öne çıkışı ve iradenin yapar/yıkarlığına verilen önem,
Reich'ın cinsel devrime kaynaklık edecek olan hazcı felsefesi ve son olarak
da New Left (Yeni Sol) olarak adlandırılan ve 68 sonrası için en büyük sol
teorik kazanım olan sol siyasal düşüncenin etkinliği bunlara
eklenebilir.[9] Verilen tüm bu örnekler otorite karşıtlığını besledi ve
büyük bir muhalefetin oluşmasına yol açtı. Öğrenciler arasında yayılan
özgürlükçü ve aktivist yönelim sayesinde efsanevi 68 Hareketi doğdu. 1968
Kuşağı diye anılanlar İkinci Dünya Savaşı sonrası doğan kalabalık kuşaktı
(1944-53 yıllarında doğanlar 1968'de 15-24 yaşlarındaydı). Pek çok ülkede
savaş sonrası doğum patlaması (baby boom) adı verilen yüksek doğurganlık
eğilimleri yaşandı. Kimileri 1968 olaylarını dünyadaki bu görece yüksek
genç nüfus oranına bağlamaktadır.

1968, Uluslararası İnsan Hakları yılı olması dolayısıyla barış
mesajlarıyla başladı. Birleşmiş Milletler, üye ülkeleri yıl boyunca insan
haklarının gelişimi için çalışmaya davet etti. Kübalılar ise 68'i "Che
Guevara ve Kahraman Gerilla Yılı" ilan etmişti. Her iki çağrıya da
-devletler değilse de- dünyanın dört bir yanından gençler ve halklar
baskıya karşı özgürlük talebiyle ses verdi. Dünyanın pek çok yerinde
sokaklara dökülmek, üniversiteleri işgal etmek, fabrikalarda ayaklanmak
için hem ortak nedenler hem de ülkelere özgü durumlar vardı. Böylece içinde
yaşanılan koşullara itiraz ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya yayıldı.[10]











Türkiye'de 68

Dünya tarihinin en önemli aydınlanma parantezlerinden biri ve devrimci
bir tarihsel an olarak 1968, Türkiye'de de kalıcı ve anlamlı izler bıraktı.
Bu hareketin öncü karakteri ve devrimci hafızadaki olumlu işlevine rağmen
ona nüfuz etmiş kalıtsal ve dönemsel izleri tespit etmek, en az hareketin
kendisini anlamak kadar önemli. 1968, ülkemizde tıpkı dünya örneklerinde
olduğu gibi tek boyutlu ve tek referanslı yaşanmadı.[11] Bu nedenle şimdi
de dönemin konjonktürüyle Türkiye'nin iç politikası arasındaki etkileşimi
temel dinamikleri ele alarak gözler önüne sermeye çalışacağım.

1968 yılında Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel ise
Başbakan'dı. Demirel'in genel başkanlığını yaptığı Adalet Partisi 1965
seçimlerinde aldığı %52 oyla iktidardaydı ve bu kendisinin ilk
başbakanlığıydı. Daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle gide gele yedi
kez, toplamda 12 yıl hükümetin, 7 yıl da cumhurun başı oldu. Fikret
Kızılok, "Demirbaş" şarkısında "Süleyman hep başbakan, başbakan hep
Süleyman" sözlerini onun için yazacaktı. 12 Eylül 1980 Darbesi'yle biçim
değiştirecek olan yasama organı, Ferruh Bozbeyli'nin başkanlığındaki Millet
Meclisi'yle Şevki Atasagun'un başkanlığındaki Cumhuriyet Senatosu'ndan
oluşuyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde ise önemli bir gelişme yaşandı. Üç
kuvvet komutanı istifa ettiklerini açıkladı; Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan
Tansel sekiz, Deniz Kuvvetleri Komutanı Necdet Uran yedi yıldır görevlerini
sürdürüyorlardı. Bu iki komutan Ottowa ve Vatikan büyükelçiliklerine
atanmaları karşılığı istifa ederek makamlarını boşalttı. Aslında olay
Demirel, Sunay ve Genelkurmay Başkanı Cemal Tural'ın birlikte kotardıkları
bir operasyondu. Bu operasyonla Kara Kuvvetleri'ne Orgeneral Memduh Tağmaç,
Deniz Kuvvetleri'ne Oramiral Celal Eyicioğlu, Hava Kuvvetleri'ne Orgeneral
Reşat Mater komutan oldu. Demirel'in demokrasiden dem vurarak açıkladığı bu
operasyonla atanan Tağmaç ve Eyicioğlu iki yıl sonra, Mater'in yerine gelen
Muhsin Batur ile birlikte 12 Mart Muhtırası'nı yayınlayacaktı.

1968'deki yasama meclisi üyeleri, 1965 seçimlerinde uygulanan nispi
temsil ve milli bakiye sistemiyle[12] seçilmişlerdi. Bu sayede küçük
partilerin parlamentoda temsilinin yolu açılmış oldu. 1965'te Türkiye İşçi
Partisi (TİP) 15 milletvekiliyle Meclis'e girdi, sosyalist bir grup kurdu.
Kendini "ortanın solu" olarak tarif eden CHP dışında, çoğunluğu alan Adalet
Partisi'yle birlikte Meclis'te sağ ve erkek bir tablo vardı. Millet
Meclisi'nde 442 erkek, 8 kadın milletvekili; Senato'da 147 erkek, 3 kadın
üye bulunuyordu.[13] Aynı zamanda 1968 kısmi Senato ve yerel seçimlerle
boşalmış milletvekillikleri için ara seçim yılıydı. Demirel Hükümeti, Seçim
Kanunu'ndaki milli bakiye sistemini Cumhuriyet Halk Partisi'nin
itirazlarına rağmen yürürlükten kaldırdı, TİP'in Meclis'e girmesi
zorlaşacaktı. Meclis'te milli bakiye sisteminin kaldırılışı görüşmeleri çok
gergin geçti. Çetin Altan'ın "Çoğunluğunuz var ama ağırlığınız yok."
sözleri üzerine AP'liler TİP'lilere saldırdı, TİP Konya Milletvekili Yunus
Koçak tabanca kabzasıyla başından yaralandı. Meclis'teki saldırılar Ankara
ve İstanbul'da mitinglerle protesto edildi.[14]

1968'de 33 milyon 539 bin olan nüfusun %70'i, nüfusu 10 binden az olan
kasaba ve köylerde yaşıyordu, yani bugünün tam tersi. Ortada kırdan kente
göçle ilgili etkili bir politika yoktu ama 1961'de Almanya ile imzalanan
işçi göçü anlaşmasıyla Avrupa'ya çalışmaya giden işçilerin geride
bıraktıkları ailelerine gönderdikleri tasarruflar, hükümetin sanayileşme
politikasını sürdürebilmesine katkı vermeye başlamıştı. 1965 Nüfus
Sayımı'nda "anadil itibariyle nüfus" verileri incelenmişti ve Devlet
İstatistik Enstitüsü'ne göre 1965'te altı anadil konuşuluyordu. Bugün
ülkemizde ne kadar Kürt, Laz, Arap yaşadığı bu veriler üzerinden
projeksiyon yapılarak tahmin edilmeye çalışılıyor; çünkü anadil sorusunun
yanıtları son kez bu sayım sonuçlarında açıklandı.[15]

1 Ocak 1968'de Hürriyet gazetesi manşetini iki haber paylaştı: "Dr.
(Fazıl) Küçük'e mektup gönderen Başkan Johnson'ın temsilcisi (Cryus) Vance
Kıbrıs için federasyon teklif etti" ve "Sunay: Aşırı akımlara asla müsamaha
edilmez, dedi". Bu iki haber 1967'de yaşananlar üzerinden 1968'e dair
ipuçları sunuyordu.[16]

Geçmiş yıllarda yaşanan bazı gelişmeler Türkiye'deki Amerikan
karşıtlığı havasını beslemişti. Kaynağı çok eskiye dayanan Kıbrıs Sorunu,
1960'larda Türkiye-Yunanistan sürtüşmeleri dolayısıyla hep gündemde kaldı.
ABD Başkanı Lyndon Johnson, dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ye 5
Haziran 1964 tarihinde bir mektup yollamıştı. Tarihe Johnson Mektubu olarak
geçen bu mektupta ABD Başkanı kaba bir üslupla, Türkiye'nin Kıbrıs'a
müdahale etmemesi gerektiğini belirtmişti.[17] 1967'de Kıbrıs'ta iki toplum
arasında süregiden gerilimin tırmanması üzerine Türkiye ve Yunanistan
arasındaki Kıbrıs görüşmeleri kesildi, Meclis Kıbrıs'a müdahale kararı
aldı, Trakya sınırına askeri birlikler yığıldı. Bu arada İstanbul başta
olmak üzere pek çok yerde Kıbrıs mitingleri yapılıyor, Türkiye öncelikle
Yunanistan birliklerinin Kıbrıs'tan ayrılmasını istiyordu. İki NATO üyesi
ülkenin savaşın eşiğine gelmesi üzerine ABD Başkanı Lyndon Johnson, Cryus
R. Vance'ı (dönemin ABD Savunma Bakanı Yardımcısı) özel temsilcisi olarak
Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'a gönderdi. Görüşmelerde Yunanistan
Kıbrıs'taki anlaşma dışı birlikleri geri çekmeyi kabul ettiyse de "Kıbrıslı
Türk toplumunu saldırılardan korumak ve onların haklarını savunmak" için 28
Kasım 1967'de Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi ilan edildi, başkanlığını 1973'e
kadar Dr. Fazıl Küçük, 1973-1975 arasında da Rauf Denktaş yaptı. Sonradan
Denktaş ilk KKTC Cumhurbaşkanı olacaktır. 1968 yılı Kıbrıs'ın sorun olarak
varlığını koruduğu, ikili görüşmelerin nerede yapılacağının tartışıldığı,
Türkiye'nin Kıbrıs iç politikasına müdahaleyi sürdürdüğü bir yıl oldu.

Türkiye 1968'de NATO'nun yanı sıra CENTO'ya[18] da üyeydi.
Türkiye'nin NATO üyesi olması Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Ege Ordu
Komutanlığı hariç tamamen NATO'ya bağlı olması anlamına geliyor. Savunmaya
yönelik altyapı tesislerinin inşası için Türkiye, NATO altyapı
programlarına katıldığı 1953'ten bugüne kadar programa 284 milyon avro
katkıda bulundu, NATO fonlarından yaklaşık 4,5 milyar avro pay aldı. NATO
kurallarına göre örgütün kuruluşunun 20. yılında, bir yıl önce bildirim
koşuluyla, üye ülkelerin örgütten ayrılma hakkı vardı. 1968'de TİP ve İTÜ
Öğrenci Birliği öncülüğünde düzenlenen iki NATO'ya Hayır Haftası ayrılma
hakkının kullanımını talep ediyordu. TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar
1968 yeni yıl mesajında Türkiye'nin NATO'dan çıkması, İkili Antlaşmaların
feshi ve ülkenin ABD üslerinden temizlenmesi taleplerini tekrarladı; yıl
boyunca da bu talepler özellikle Meclis'teki konuşmalarıyla TİP ve devrimci
gençliğin hep gündeminde kaldı.[19]

1968'de ABD, Türkiye ile imzaladığı gizli 55 ikili anlaşmayla
Diyarbakır Pirinçlik Üssü'nden Sibirya'yı, Karadeniz'den Sovyetler
Birliği'ni izliyor, İncirlik'ten havalanan U2 casus uçakları Orta Asya
semalarına kadar gidebiliyorlardı. ABD 1968'de Sovyetler Birliği ile ilgili
topladığı istihbaratın %25'ini Türkiye'deki üs ve tesisleri üzerinden
gerçekleştiriyordu. ABD'nin İspanya dışında NATO üyesi Avrupa ülkelerine
yerleştirdiği 7300 nükleer başlığın bir bölümü de Türkiye'deydi. Bu nükleer
silahların Türkiye'ye 1959'da yerleştirildiği açıklanmıştı. ABD
emperyalizmine karşı gençliğin verdiği mücadele sonucunda hemen sonraki
yıl, 3 Temmuz 1969'da ABD ile imzalanan İkili Antlaşmayla ABD'nin
Türkiye'deki 30 bin kişilik askeri ve sivil personel varlığı 7 binlere
indi, barış gönüllüleri de 1972 itibariyle Türkiye'den ayrıldı.[20]

Bu noktada Türkiye Solu'nun ABD ve NATO ile ilgili görüşlerine
değinmek yerinde olacak. 1971-1980 arasında TİP'in genel başkanlığını
yapmış olan Behice Boran'ın demeçleri bu konudaki genel fikre ilişkin bir
çerçeve çizilmesini sağlayacaktır düşüncesindeyim: "…Artık kapitalizm
dünyada tek ve bütün dünyaya hakim sistem değildi. Karşısında sosyalist
sistem vardı ve tek bir ülkeye de inhisar etmiyordu, bir dünya sosyalist
sistemi, yani çok sayıda ülkeyi kapsayan bir sistem halini almıştı.
Kapitalizmin ilkel madde kaynakları, pazarları, yatırım alanları
daralmıştı. Bu daralma sürekli genişlemek zorunda olan kapitalist
ekonomiler için sarsıntı, sıkıntı, buhran demekti. Bunun için mesele
temelinde ekonomik ve politik bir meseleydi. Amerikan askeri yardımı,
denetimi ve NATO bu meselenin en yüzeyde olan ve bunun için de en kolay
göze çarpan askeri yönüydü. Amerika dünya kapitalizmi alanının daha da
daralmasını, yeni yeni ülkelerin sosyalist sisteme geçişi önlemek için önce
ekonomileri çeşitli derecelerde çökmüş olarak savaştan çıkan Batı Avrupa
ülkelerini kalkındırmaya girişti. Sonra toplum yapıları gereği Batı
modelinde kapitalist yoldan kalkınamayacak olan azgelişmiş ülkelerde
kapitalist gelişmeleri yeşertmek, güçlendirmek, yerli burjuvazileri,
geleneksel tutucu çevre ve güçleri gerektiğinde silahlı müdahalelerle
desteklemek yoluna girdi. Türkiye'ye Truman ve Marshall yardımlarının
yapılması, misyonlar, uzmanlar, ajanlar sokulması, üsler, tesisler
kurulması bundandı. Kore Savaşı bunun için yapıldı, Vietnam Savaşı bunun
için yapılıyor, Latin Amerika ülkeleri bunun için boyunduruk altında
tutuluyor. Amerika'nın bütün milli kurtuluş savaşlarına, hareketlerine
karşı çıkışının asıl sebebi de budur. Amerika kendisini haklı göstermek ve
dünya kamuoyunu kendi tarafına kazanabilmek için hep Sovyetler Birliği'nin,
şimdi de Çin'in başı altından çıktığını iddia ettiği milletlerarası
komünizmin saldırganlığına, tahakkümüne karşı 'demokrasi ve hürriyet'i
savunduğu tezini ileri sürüyor. Oysa Amerika her ne şekil ve suretle olursa
olsun tüm sosyalist hareketlere, sosyalist toplum düzenlerine, milli
kurtuluş savaşlarına karşıdır. Bir ülkede sosyalist hareketin tamamen
bağımsız, mahalli şart ve zorunluklardan doğmuş olması, halkın bunu
desteklemesi Amerika için hiç fark etmez, çünkü mesele kapitalizm-sosyalizm
mücadelesidir aslında…"[21]

1968'de ilk isyan liselerden geldi, MEB'in ortaöğretimde sınıf
geçmeyle ilgili yeni yönetmeliği geri çekmesini talep ediyorlardı.
Mersin'de başlayan boykotlar bir iki gün içerisinde diğer şehirlere
sıçradı. Konu Senato gündemine taşınınca Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem
talepleri kabul etmek zorunda kaldı. Ülke genelinde üniversitelerde genel
bir isyan, boykot ve işgal havası vardı. Çeşitli sorunlar yaşandıkça
öğrenciler birlik olup direnişe geçiyor ve bu isyan hali dalga dalga
yayılıyordu. 1968'de sadece sekiz üniversite vardı: İstanbul, Ankara,
Atatürk, Karadeniz, Ege, Hacettepe, İstanbul Teknik ve Orta Doğu Teknik
üniversiteleri. 1961 Anayasası üniversite özerkliğini tanımıştı ve dönemin
yükseköğretim sistemi oldukça heterojen bir yapıya sahipti. Üniversiteler,
115 sayılı Üniversiteler Kanunu'na göre yönetilirdi. Ancak ODTÜ ve
Hacettepe özel statüye sahipti ve kendi kanun maddeleriyle düzenlenmişti.
Tüm üniversiteler idari yönden özerkken, mali özerkliğe sadece Hacettepe
ile ODTÜ sahipti.[22] Polis okula ancak rektörün talebiyle girebilirdi ki
rektörler de bunu kolay kolay yapmazlardı. Üniversitelerdeki toplam öğrenci
sayısı 140 bindi. Öğrenci alımının her yıl 15-20 bin arttığı 1960'lı
yıllarda üniversitelerin altyapısı aynı hızla gelişmiyordu, üniversiteler
kapasitelerinin ortalama 3-5 katı öğrenciye eğitim veriyorlardı. Ayrıca
öğrenci yurtları sayıca yetersizdi. Kredi ve burs olarak verilen 250 lira
değil kitap, yurt ve beslenme giderlerini bile karşılamıyordu; üstelik her
üç öğrenciden yalnızca biri kredi/burs alabiliyordu. İşgal ve boykotların
en hızlı sonucu kredi ve bursların 350 liraya yükseltilmesi oldu. 10
Haziran günü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde işgal
"Davullar çifte vurula, fakülte baştan kurula, dekan terleyip yorula, şen
ola boykot şen ola" sloganıyla başladı. Haziran'da İstanbul, Ankara,
Erzurum, Eskişehir ve İzmir'de 46 yüksekokul ve fakültenin 18'inde
boykotlar, işgaller sürüyor, kamu hizmetleri görülemiyor, üniversiteler
kapanıp kapanıp açılıyordu. Müfredat, sınav ve disiplin yönetmeliği, harç,
kitap, laboratuvar, kütüphane, öğretim üyelerinin tam zamanlı çalışması,
okul bitiminde iş imkanları, birkaç üniversite hariç ortak talepler
arasındaydı. Tüm öğrenciler "yönetime katılma" talebinde ortaklaşıyordu. Ki
bu talep, üniversitenin tüm sorunlarının çözümünde söz sahibi olmak
anlamında en belirleyici ve siyasi olanıydı. Gençlik kendini memlekette
yaşanan her şeyden sorumlu görüyordu. Üniversite yönetimleri ve hükümetle
Meclis'in sorunlara çözüm yolunda adım atacağı intibaı yaratması üzerine
Temmuz'da eylemlere son verildi. Ekim'de ise aralarında Ankara Tıp, Siyasal
Bilgiler Fakültesi, ODTÜ'nün de bulunduğu okullar öğretim yılını işgal ve
boykotlarla karşıladı.[23] Taleplerin esas olarak yerine getirilmemesi ve
ülkede yaşanan siyasi gelişmeler boykot ve işgallerin sürmesine ve
gelişmesine yol açtı. Bu öğrenci hareketi, 1968 yılının Temmuz ortasından
itibaren 6. Filo'nun İstanbul'u ziyareti ile antiemperyalist bir boyut da
kazandı. NATO ve 6. Filo karşıtlığı o dönemde ve sonrasında büyük bir etki
bırakacak olan "antiemperyalist söylem"in doğmasına yol açtı.[24]

1968 boykot ve işgalleri işçi sınıfını da etkiledi. Derby Lastik
Fabrikası'nın işgali, Devrimci İşçi Sendikaları Kurumu'nun (DİSK) 12 Şubat
1967'de kurulmasıyla başlayan işyerlerinde "yetkili sendika" mücadelesinde
ilk fabrika işgali olmasıyla önem taşır. Daha sonrasında greve giden
işçiler, fabrika işgalleri, sendikalı işçilerin işten atılması gibi olaylar
dönemin ruhuna uygun olarak artış gösterdi. Söke'nin Bafa Gölü'nde
bekçilerin balık avlayan bir köylüyü vurmasıyla köylü protestoları da
başladı. Fatsa'nın 24 köy muhtarı bir bildiriyle ABD'yi uyardı. Samsun'da
15 köy "Amerikalı Seni İstemiyoruz" bildirisi yayımladı. Urfa'da büyük
toprak sahipleriyle köylüler arasında çatışmalar yaşandı.[25]

Türkiye'de 68 Kuşağı denilince akla Deniz Gezmiş, Doğu Perinçek, Mahir
Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Hasan Yalçın, Cihan Alptekin, Hüseyin
İnan, Yusuf Aslan, Harun Karadeniz, Sinan Cemgil, Ali Haydar Yıldız, Ulaş
Bardakçı, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan, Hüseyin Cevahir, Ömer
Ayna, Taylan Özgür gibi isimler gelir. 68 Kuşağı, sol literatürde bu
devrimci önderlerin liderliğinde oluşturulan Marksist-Leninist sentezli
hareketin adı olarak geçer.[26] Özellikle 68'i sokakta yaşayan genç nüfusun
muhayyile dünyasında devletin ağırlığı çok büyüktü. Bu açıdan bakarsak
zihniyet dünyalarının temel ideolojik tanımını şöyle yapabiliriz: Aslında
yüce ideallerle kurulmuş olan devlet, sonradan
asalakların/emperyalizmin/kompradorların/sömürücülerin eline geçmiştir ve
68 gençliğinin kendi suretlerinde gördükleri şey, halkı zor yoluyla sömüren
bu kişilere karşı halkı korumaya çalışan birtakım inançlı insanların
mücadelesidir. İdeolojik konumlarını oluşturan temel nüve aslında
Kemalizm'dir. Ama 1965 yılından başlayarak kendilerini sosyalist hareketin
içinde bulan ve hatta böyle bir hareketin bizatihi katalizörü olan bu
kuşak, bir yandan da Türkiye'deki güncel sosyalist muhalefetin yaratıcısı
olacaktır. Türkiye'de 68, genel olarak gençlik muhalefetinin
sosyalistleşmesi sürecidir ve kitlesel bir güç olma yolunda en önemli
dönemeçtir.[27]

1965-1968 arası gecekondu yapımlarından Anadolu gezilerine, orman
mitinglerine, montaj sanayi protestolarına kadar birçok faaliyet alanını
gündemine alan hareket, toplumsal etkinlik alanını genişlettikçe dar
anlamda siyasete sıkışmaya başlamıştır. 1965'te gecekondu sorununu
tartışan, 1966'da köy çalışmaları yapan, 1967'de SSK müdürlerini eleştiren
gençler 1969'dan itibaren bu alanlardan çekilmeye başlamış ve odağını
emperyalizme döndürmüştür. Bu yıla kadar en sıradan öğrencileri bile bir
barikat arkasında toplayıp her türlü talebi dile getirmenin bir aracı olan
hareket, iktidar perspektifine terfi ettiği andan itibaren siyasal söylem
çeşitliliğini yitirmiş ve iktidarın diline sıkışmıştır. Özellikle 1969'dan
itibaren hareketin öncü kadrolarının marjinalize olması geniş öğrenci
kesimiyle bağların kopmasına neden olmuş, "sıradan" öğrenciyi dışlayan bir
süreç yaratmıştır. Yine de unutmamak gerekir ki Türkiye'de 68, muhalefet
etme geleneği olmayan, dolayısıyla muhalefetin dayanaklarını kitaplardan
öğrenen ve teoriyi pratik içinde bulabildiği örneklerle doğrulamaya çalışan
inançlı, cesur bir öğrenci hareketinin şekillendirdiği bir dönemdir.[28]

Aynı zamanda 1968, sol içi ayrışmaların başladığı yıldı. Doğan
Avcıoğlu'nun başında olduğu YÖN grubu ve Mihri Belli'nin Milli Demokratik
Devrim (MDD) kanadı, ülkenin iktisadi ve sosyal geriliğini, proletaryanın
nicel ve nitel zayıflığını ve benzeri argümanları dayanak yaparak gündemde
olan devrimin sosyalist bir devrim değil, milli demokratik bir devrim
olması gerektiğini ileri sürdüler.[29] MDD gibi Sosyalist Devrim (SD) de en
fazla tartışılan konulardan birisiydi, TİP bu anlayışı en fazla savunan ve
benimseyen parti oldu. 1968 yılı itibariyle TİP içerisinde daha Marksist
bir devrim anlayışı gün yüzüne çıkıyordu. Partinin oy oranının azalması,
köylülerden beklenen desteğin gelmemesi, DİSK'in kurulması ve giderek
güçlenmesi işçi sınıfı merkezli bir Sosyalist Devrim anlayışının parti
içerisinde şekillenip güçlenmesi açısından da koşulları olgunlaştırdı. TİP
bünyesinde Sadun Aren ve Behice Boran'ın temsil ettiği Emek grubunun
yönetime gelmesiyle Mehmet Ali Aybar ve MDD'ciler partiden tasfiye edildi.
Böylece parti içerisinde net bir SD anlayışı egemen oldu.[30] Görüldüğü
gibi Türkiye'de "devrim" kavramının algılanışı ülkenin kendi kültürel
zemini üzerinden şekillenmiştir. 68 gençlik hareketleri içinde devrim,
tarihin en kapsamlı toplumsal dönüşüm projesi olmaktan ziyade bileşeni
olunan siyasal yapının siyasal iktidarı ele geçirmesidir.[31]

Gençlik mücadelesine ve döneme damgasını vuran Fikir Kulüpleri
Federasyonu (FKF) ise 17 Aralık 1965'te SBF, DTCF, Hukuk Fakültesi, Fen
Fakültesi, Yüksek Öğretmen Okulu ve fikir kulüpleri öncülüğünde kuruldu. 2.
Kurultayı 23-24 Mart 1968'de Ankara'da toplandı. TİP içinde yaşanan
tartışmalarda TİP merkezine yakın olan isimler, yani SD'ciler FKF
yönetimini oluşturmuşlardı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Doğu
Perinçek ve arkadaşları ise muhalefette bulunan isimlerdi. Deniz Gezmiş ve
arkadaşları FKF'nin eylem çizgisini eleştiri getirerek 5 Ekim 1968'de
Devrimci Öğrenci Birliği'ni (DÖB) kurdu. O günlere damgasını vuran Haziran
boykot ve işgallerini yöneten, Dolmabahçe Direnişi'ni gerçekleştiren,
Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü yapan, ABD Büyükelçisi
Kommer'in İstanbul'a inen uçağını taşlayan DÖB'lülerdi. Deniz Gezmiş ve
arkadaşları bu eylemler dolayısıyla sık sık kısa süreli tutuklanmalar
yaşamıştı. FKF'nin 3. Kurultayında MDD yanlılarının tekrar yönetime
gelmeleri üzerine DÖB'lü öğrenciler FKF ile ilişkilerini tekrar
sıcaklaştırıp FKF'ye katıldı. Ancak DÖB hiçbir zaman kendini feshettiğini
kamuoyuna duyurmadı, zamanla adı da unutuldu. Yaşanan bazı gelişmeler ve
fikir ayrılıkları sonrası FKF 4. Kurultayını yaptı. Bu kurultay sonucunda
Mahir Çayan'ın MDD yorumunu benimseyen öğrenciler yönetime ağırlıklarını
koymuş, FKF de ismini değiştirerek Türkiye Devrimci Gençlik Dernek
Federasyonları (Dev-Genç) adını almıştı.[32]

THKO'nun (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) da başlangıç yılı 1968'dir.
Ankara'da Hüseyin İnan, İstanbul'da Deniz Gezmiş etrafında toplanan,
gençlik hareketleri içinde sınanarak titizlikle seçilmiş devrimci gençler,
eylemlerin en önünde yer alanlar arasındaydılar ve silahlı savunma
içindeydiler. 1969 yılında gençlik hareketinin ihtiyaçlarının ötesinde
silahlı eylemler gerçekleştirmeye başlayan bazı devrimci gençler, savaş ve
silah eğitimi için aynı yıl Filistin'e gidip döndüler. 1970 Ankara ve
İstanbul gruplarının birleşmesiyle THKO'nun fiilen kurulduğu yıl oldu,
resmen ise 4 Mart 1971'de kamuoyuna deklere edilen bir bildiri ile kuruldu.
THKO'nun örgütleyicisi, siyasal ideolojik yönlendiricisi, teorisyeni
Hüseyin İnan, popüler önderi ve İnan ile birlikte sürükleyicisi Deniz
Gezmiş'ti. Kurucular arasında Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Cihan Alptekin ve
Alparslan Özdoğan da bulunuyordu.[33] THKO, hakkında açılan davada yapılan
Ortak Savunma'da da belirttiği gibi "MDD stratejisini hareketin çizgisi"
olarak görüyordu.[34] THKO kır gerillası mücadelesini temel almıştı, Mahir
Çayan ise şehir gerillası yolunu savunuyordu. MDD'nin birçok tezini savunan
Çayan bir yandan yükselmekte olan devrimci radikal bir eğilimi temsil
ediyordu. Kendisinin önderliğinde de Aralık 1970'te THKP-C (Türkiye Halk
Kurtuluş Partisi-Cephesi) kuruldu.[35]

Ancak bu noktada belirtmek gerekir ki Türkiye 68'inin önemli sorunları
vardı. Hareket içinde Türkiye'de hakim kadim siyasal kültürün izlerini,
hatta yönlendirilmesini gözlemlemek mümkündü, özellikle de devlete bakış
açısından. Dönemin kendi içindeki en büyük problemi, çözmeye giriştiği
sorunu tek yönlü tarif etmesiydi. Temel sorun devlet gücünün sorgulanması
değil, o gücün kimlerin elinde olduğuydu. Devlet kurumunun kendisine karşı
yapısal bir karşı çıkış ya da bir iktidar analizi de yoktu, daha ziyade dar
anlamda siyasi bir ufuk söz konusuydu. Kaba çizgilerle Kemalist asr-ı
saadete dönüş talebi ortaya çıkmaktaydı, ama bunu daha sosyalizan bir
söylem içinde ifade etmekteydiler. FKF'nin yayımladığı bildirilerde artık
yapılması gerekenin "ikinci kurtuluş savaşı" olduğunun altı defalarca
çizilmişti. Toplumla ilgili temel bir eleştiri, yeni bir yaklaşım yoktu.
Fransa ve 68'i toplumsal bir dönüşüm aracı gibi işlevselleştiren diğer
ülkelerin aksine, toplumun kandırıldığı gerçeği ve masumiyeti veri olarak
kabul edilmekteydi. Toplumun eleştirilecek yönleri olsa bile bunlar, halkın
kasıtlı olarak geri bırakılmışlığından, kandırılmışlığından
kaynaklanmaktaydı. Suçlu emperyalizm ve onun işbirlikçileriydi. Bu anlamda
sosyalist devrimci bir gencin bir tek hedefi vardı: Toplumu aydınlatmak ya
da aydınlatacak imkanların sağlanması için uğraşmak. Toplum sorgulanamadığı
için toplumsal analizlerde de sıkıntı yaşanmaktaydı. Böyle olunca da siyasi
denge senaryoları toplumsal referansların önüne geçti. Geniş toplumsal
kesimleri içine alan bir büyümeye değil, dar bir kadroya yönelen hareket
marjinalize oldukça beslenme kaynaklarını da yitirecekti.[36]

1968 yılı boyunca AP'liler, Komünizmle Mücadele Dernekleri[37], Milli
Türk Talebe Birliği üyeleri TİP'lilere, mitinglere, kapalı salon
toplantılarına saldırdı. 10 Şubat 1968'de Adana, Osmaniye'de KMD üyeleri
"Kuran yırtıldı!" haberi üzerine TİP'lilere saldırdı. Muhalefet lider İsmet
İnönü olayları "irtica" olarak değerlendirip "İktidardan cesaret
alıyorlar." yorumunu yapınca Başbakan Demirel de "vicdan hürriyetinin
irtica olarak gösterilmesi"ne karşı çıktı. Yine Şubat ayında AP'liler
Meclis'te TİP'lileri dövdü, bunun üzerine 25 Şubat'ta İstanbul'da
-manşetlerde Anayasa Mitingi olarak geçen- İkinci Uyanış Mitingi yapıldı.
Mehmet Ali Aybar "AP iktidarı Meclis'te suçüstü yakalanmıştır."
açıklamasını yapacak, 26 Şubat tarihli gazetelerde de bu yorumu yerini
alacaktı. Bu mitinge bir cevap olarak MTTB öncülüğünde İstanbul, Ankara
gibi illerde Şahlanış Mitingi yapıldı. İstanbul'daki 3 Mart tarihli
mitingde "Yaşasın ordumuz, İslamiyet'tir yolumuz" sloganları atılıp tekbir
getirildi.

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) İslamcı sağın özellikle KMD
yoluyla yarattığı saldırı ortamına 1968 yazında "komando kampları"yla
katıldı. Kampların adı 31 Haziran 1968'de Demokrat İzmir gazetesinde
"CKMP'li gençler komando kursuna tabi tutulacak" haberiyle duyuldu. 1
Ağustos 1968 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan "CKMP komandoları:
100 genç İzmir'de her gün talim yapıyor" başlıklı haberde şöyle
deniliyordu: "Akrepkaya'da bir komando birliği eğitim görmekte. Ancak
eğitimin özelliği şu: Birlik Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı değil, bir
siyasi partiye, CKMP'ye bağlı… Başlarında halen CKMP milletvekili olan eski
MBK'cı Rıfat Baykal var. Kursta çoğunluğu MTTB'li olan 100 kadar
gence judo, taş ve sopa kullanma, bunlara karşı korunma, açlığa ve eziyete
dayanma tekniği öğretiliyor. Kısacası CKMP'li gençler saldırı ve saldırıdan
korunma bilimi üzerinde ince ince eğitiliyorlar." Haberin devamında 6. Filo
olayları dolayısıyla her gencin "elini kolunu sallaya sallaya" kampa
giremeyeceği, önce "Başbuğ"dan izin alınması ve sonra "Tanrı Türk'ü
korusun!" diye bağırılması gerektiği belirtiliyor.[38] Komandolar 1968'in
son günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi yurdunu bastı. CKMP
Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise 10 Ocak 1969'da Hürriyet'e konuştu.
Türkeş gazetenin "Komandoları destekliyorum, çünkü onları biz kurduk ve
eğittik" başlıklı haberinde Cüneyt Arcayürek'e şöyle diyordu: "Komünistler
tansiyonu artırmak, sokağa hakim olmak ve üniversiteyi ele geçirmek
istiyorlar. Tabi boş bulurlarsa buraları ele geçirmekten
kaçınmayacaklardır. Biz varız karşılarında şimdi…" Türkeş, üniversitelerde
olayları çıkaranların her birini tanıdıklarını, adım adım takip ettiklerini
anlatıyor ve ekliyordu: "Nefeslerimizi enselerinde hissediyorlar… Geçen yaz
başlarında gençleri kahve köşelerinde, kumar masalarında bırakmamak için
spor ve gençlik kursları kurduk." Beş, altı yerde 1000'in üzerinde kişinin
yetiştirildiğini, Rıfat Baykal'ın bunları eğittiğini, Baykal'ın Kore
savaşlarına katılmış, deneyimli bir isim olduğunu belirtip devam ediyordu:
"Gençler boks yaptılar, spor yaptılar, judo öğrendiler. Kendilerine kültür
seminerleri de verildi. Bu seminerlerde komünizmin ne olduğu, taktikleri
öğretildi. Ve asıl gaye komünistlerin hareket haline geçmeleri halinde bir
mitingin nasıl dağıtılacağı, nasıl karşılanacağı, tecavüzden nasıl
korunacağı gibi belirli ve esaslı bilgiler verildi… Bir kısmı İstanbul'da,
diğer kısmı Ankara'dadır bunların… Hareketleri yapanlar da bu
gençlerdir."[39]

Diğer yandan ise Süleyman Demirel, Türkiye topraklarında varlığı
bilinse de nerelerde ne gibi görevlerle konuşlandığı açıklama bekleyen ABD
üsleriyle ilgili soruları "Üs yok, tesis var." diyerek geçiştirmeye
çalışıyordu. 6. Filo gemilerinin ziyaretlerini geçiştirmek ise mümkün
değildi.






6. Filo Olayları

1968 Mayıs'ından itibaren neredeyse bütün dünya gençliği ayaktaydı.
Dünya ölçeğindeki bu hareketlilik, Türkiye'de daha önceki yıllarda başlamış
olan gençlik hareketlerine ivme kazandırdı ve özellikle üniversiteli
gençliğin eylemleri baş döndürücü bir hızla tırmanışa geçti. Türkiye'deki
1968 olayları bir ölçüde kendiliğinden bir karaktere sahip olmakla
birlikte, daha önceki yıllarda örgütlenmiş gruplar da bu hareket içinde
etkin bir rol oynadı. Örgütlü kesimlerden birincisi FKF çatısı içinde yer
alan öğrencilerdi. İkinci kesim ise o dönemde örgütsel olarak birbirleriyle
gevşek ilişkiler içinde bulunan ama daha sonraları Milli Demokratik Devrim
stratejisi çevresinde toplanacak olanlardı. Gençlik hareketleri FKF
kurulmadan çok daha önce başlamıştı. 27 Mayıs Darbesi arifesinde üniversite
gençliği çeşitli boykot, toplantı ve gösteriler düzenleyerek Demokrat Parti
iktidarını protesto etmişti. Bu tarihten 1965'e kadar öğrencilerin
eylemleri genel olarak, çeşitli yıldönümlerinde ve bazı olaylar karşısında
düzenlenen toplantı ve gösterilerle Atatürk ilkelerini ve 27 Mayıs'ı
savunan eylemlerdi. Bu eylemlerde genel olarak Türkiye Milli Talebe
Federasyonu (TMTF), Milli Türk Talebe Birliği[40] (MTTB) ve Türkiye Milli
Gençlik Teşkilatı (TMGT) gibi resmi görüşe yakın gençlik örgütleri öncü rol
oynuyorlardı. 1965'te TMTF'nin Türk-İş'le beraber "Vatandaş Yerli Petrolü
Kullan, Petrolünü Petrol Ofisi'nden Al, Yabancı Petrole Hayır"
sloganlarıyla yürüttüğü "milli petrol kampanyası" ekonomi içerikli ilk
öğrenci eylemiydi. Bu kampanya sırasında sokaklara yazı yazma ve büyük afiş
kullanma yöntemleri ilk kez uygulandı. 1965'ten itibaren TİP'in gençlik
üzerindeki etkisinin artmasıyla ve buna paralel olarak FKF'nin giderek
güçlenmesiyle, antiemperyalist sol söylem üniversite öğrencileri arasında
yankı buldu. 1967'de öğrenci olaylarında önemli bir artış gözlendi. Yapılan
eylemler esas olarak, toplantı, açık oturum, kampanya düzenleme, bildiri
dağıtma gibi eylemlerdi. Bu arada İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile
Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü öğrencileri akademik taleplerle dersleri
boykot ettiler. 1967 öğrenci eylemleri arasında Elmalı'daki toprak işgaline
ve bazı fabrikalardaki grevci işçilere destek vermek gibi eylemler de
vardı. En önemli eylemler ise ABD 6. Filo'sunu protesto gösterileri ve özel
yüksekokulların devletleştirilmesi istemiyle İstanbul'dan Ankara'ya
gerçekleştirilen öğrenci yürüyüşüydü.[41]

6. Filo'nun Akdeniz sularında dolaşması ve Boğazlara gelmesinin tarihi
5 Nisan 1946'ya dayanıyor. Tam o sırada Sovyetler Birliği ünlü Sovyet
Notası ile Boğazların statüsünün değiştirilmesini talep ediyordu ki ABD
Başkanı Harry S. Truman Türkiye'nin ABD Büyükelçisi Münir Ertegün'ün
cenazesini Missouri zırhlısıyla İstanbul'a göndererek Sovyetler Birliği'ne
meydan okudu. Önceleri İtalya'da bulunan birkaç gemiden oluşan filo 1950'de
6. Filo adını aldı. 1956'da Süveyş Kanalı'na saldıran İngiliz-Fransız ortak
gücünün engellenmesinde, 1958'de Lübnan'a müdahalede başroldeydi.
1990'larda da Yugoslavya ve Kosova operasyonları NATO şemsiyesi altında 6.
Filo tarafından yürütüldü. 2000'ler itibariyle yine İtalya merkezli 40
gemi, 175 uçak ve 21 bin personelden oluşan filo Akdeniz'i kontrol
ediyor.[42] Daha önceleri Türkiye'ye geldiğinde herhangi bir tepkiyle
karşılaşmayan ABD'nin 6. Filo'su 1967 Haziranı'nda İstanbul'a geldiğinde
büyük bir tepkiyle karşılaştı. Öğrenciler önce 6. Filo Komutanlığı'nın
Taksim Anıtı'na bıraktığı çelengi yaktılar, yerine üzerinde "Emperyalizmin
kanlı eli Ata'mıza uzanmasın, kırılacaktır." yazılı bir çelenk bıraktılar.
Karaya çıkan ABD askerleri de İstanbul sokaklarında kepleri başından
alınarak, üzerlerine mürekkep ve kırmızı boya atılarak, üniformaları
jiletlenerek "taciz" edildiler ya da dövüldüler. Örnek verirsek,
Kapalıçarşı'da alışveriş yapıp satın aldıklarını kocaman bir sandıkla
çıkarmaya çalışan Amerikan askerlerinin sırtına bu gençler "Sömüren
Amerika'nın Bekçisi Altıncı Filo" yazılı bir kağıt yapıştırmış,
Amerikalılar uzun süre bu kağıdın farkına varamamışlardı. 24 Haziran'da da
İstanbul'da Beyazıt'tan Taksim'e 6. Filo'yu protesto yürüyüşü düzenlendi.
Göstericiler Dolmabahçe'den geçerken ABD bayrağını indirip Türk bayrağını
astılar. Çıkan olaylar üzerine aralarında TMGT Başkanı Alp Kuran'ın da
bulunduğu bir grup genç, polis tarafından hırpalandı. Bu protesto
olaylarında kullanılan "Yankee go home!" sloganı dünya çapında zaten
dillerdeydi, "6. FİLO DEFOL!" sloganı ise ulusal anlamda emperyalizmle
mücadelenin simgesi haline gelmişti. Aynı yılın Ekim ayında 6. Filo'nun
önce İzmir'e, ardından İstanbul'a gelip Dolmabahçe önlerine demirlemesi
üzerine daha şiddetli protesto gösterileri düzenlendi. 7 Ekim'de öğrenciler
Dolmabahçe rıhtımında bir oturma eylemi düzenleyerek ABD askerlerinin
karaya çıkmasını engellediler. 12 Ekim'de de İzmir'de protesto gösterileri
düzenlendi.

1968'de dünyayı sarsan gençlik hareketleri Türkiye'yi de etkisi altına
aldı; Mayıs ve Haziran aylarında birçok üniversitede boykot ve işgal
eylemleri yaşandı. 28 Mayıs'ta Erzurum, 30 Mayıs'ta Ankara ve 3 Haziran'da
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencileri ülkenin genel tarım
politikasında ve fakülte yönetmeliklerinde bazı değişiklikler yapılması
istemiyle boykot başlattılar. Haziran ortalarına gelindiğinde boykot ve
işgal dalgası başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere ülke ölçeğinde
birçok fakülteye yayılmıştı. FKF bu eylemlerde oldukça etkin bir rol oynadı
ve ön plana çıktı. İstanbul Üniversitesi'ndeki boykot ve işgal sırasında
öğrenciler "İşgal/Boykot Komiteleri Konseyi" adıyla bir de temsili organ
oluşturdular, buradaki işgale Deniz Gezmiş öncülük ediyordu. 12 Haziran'da
başlayan boykot ve işgal, öğrencilerin isteklerinin bir kısmının kabul
edilmesi üzerine 27 Haziran'da son buldu. Öteki üniversite ve
fakültelerdeki boykotlar da Haziran ayı bitmeden sona erdi. Boykot ve
işgaller, "üniversite reformu" ve "demokratik üniversite" gibi kavramların
kamuoyu önünde geniş olarak tartışılmasını sağladı. Öte yandan çok sayıda
gençlik örgütünün 14-19 Mayıs 1968 arasında ortaklaşa düzenledikleri
"NATO'ya Hayır" haftası bir başka önemli gençlik eylemiydi. Buradan da
görüldüğü gibi öğrencilerin antiemperyalist ve ABD karşıtı tutumu kendisini
koruyordu. Bu sırada Deniz Gezmiş, 6. Filo'ya karşı yapılan eylemlerden
kaynaklı olarak 30 Mayıs'ta yargılandı ve beraat etti.[43]

Boykot ve işgal dalgası durulduktan sonra 15 Temmuz'da ABD'nin
Akdeniz'de görevli 6. Filo'suna bağlı bir uçak gemisi ile beş destroyerin
sekiz günlük bir ziyaret için bir kez daha İstanbul'a gelmesi gençliği
yeniden harekete geçirdi. Öğrenciler aynı gün yapılacak protesto eyleminin
biçimini tartışmak üzere toplandı. Toplantıdan sonra öğrenci liderleri
gözaltına alındı. İTÜ önündeki caddeye "6. Filo Defol, NATO'ya Hayır" gibi
yazılar yazdılar. Gemiler sabah sekizde limana demirledikten beş saat sonra
100 kadar İTÜ öğrencisi Dolmabahçe rıhtımındaki gönderlere Türk
bayraklarını yarıya kadar çekerek bu ziyareti protesto ettiler. Bu protesto
sırasında polis bir müdahalede bulunmamış, yalnızca bir ekip olay çıkmaması
için protestocuların etrafını çevirmişti. Burada bir konuşma yapan İTÜ
Talebe Birliği Başkanı Harun Karadeniz "Türkiye'nin tam bağımsız olduğuna
inanmıyoruz ve onun için de bayrakları yarıya kadar çekiyoruz." dedi.[44]
Aynı günün gecesi çoğunluğu gene İTÜ'lü olan gençler, Beyoğlu'na eğlenmeye
giden ABD'li denizcilerin üzerine mürekkep ve çatapat atarak protestolarını
sürdürdüler. Bu olaylar neticesinde yakalanan 15 öğrencinin Savcılığa sevk
edilişleri hadiseli geçmiş, Adliye'de polisler ve öğrenciler arasında
tartışma çıkmıştı. Sonrasında bu öğrenciler mahkemece serbest bırakıldı.

16 Temmuz'da da Dolmabahçe'de bir protesto gösterisi düzenlendi. Gün
boyunca öğrenciler sokak aralarında polislerle adeta kovalamaca oynadı, bu
arada bazı çatışmalar çıktı. Yine aynı günün gecesi öğrenciler ABD
askerlerinin kaldığı oteli taşladılar ve polisle aralarında yeniden çatışma
çıktı. Gençler bu sırada rehin aldıkları bir komiseri daha sonra, gözaltına
alınmış bir arkadaşlarıyla değiştirdiler. Bunun üzerine Amerikan erlerine
boya attıkları ve oteli taşladıkları için 16 öğrenci "Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı hareket ettikleri" gerekçesiyle Adliye'ye sevk
edildi. Adliye'ye giden diğer öğrenciler, polisi ıslıkla Plevne Marşı[45]
çalarak protesto edip arkadaşlarını görmek için diretince polis sert bir
çıkış yapmış ve tartışma polisin gençleri tartaklaması şekline dönüşmüştü.
"Dağ başını duman almış", "Ankara'nın taşına bak - Gözlerimin yaşına bak",
"Tanklarıyla toplarıyla gelseler dahi - Sosyalist olacak Türk'ün ülkesi",
"Kasırgalar, fırtınalar sükun bulacak - Pis Amerika selam duracak" marş ve
sloganlarıyla koridorları çınlatan gençler polislere "Siz Türk polisi mi,
yoksa Amerikan polisi misiniz?" diye bağırdılar. Bu olaylar sonucundaysa 17
Temmuz 1968 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "Polis – Üniversiteli çatışması
başlıyor" denilerek uzun bir zaman sürecek olan bu gerginliğin artık dikkat
çekici bir noktaya geldiği gösteriliyordu. Öte yandan yakalananların
arasında hamal, gemici, konfeksiyoncu, garson, demirci ve lise talebesi
bulunması da yine önemli bir ayrıntıydı.[46]

17 Temmuz sabahı polisin olaylara karışanları yakalamak için İTÜ
Talebe Yurdu'na cop kullanarak yaptığı baskın sert bir çatışmaya neden
oldu. Baskın sırasında çok sayıda öğrenci gözaltına alınırken 53 öğrenci, 4
polis yaralandı; polis tarafından dövülen üç öğrenci ağır yaralı olarak
hastaneye kaldırıldı. Polisler aksini iddia etseler de görgü tanığı
öğrenciler ifadelerinde ağır yaralananlardan Vedat Demircioğlu'nu,
polislerin yurdun dördüncü katından aşağıya attıklarını belirtiyorlardı.
Süren soruşturmalarda bir neticeye varılamamış olsa da bugün kamuoyunda bu
ifadeler kabul edilmektedir. Bu olay protestoların da sertleşmesine yol
açtı ve aynı günün öğle saatlerinde İstanbul'un çeşitli üniversitelerinde
okuyan öğrenciler İTÜ binası önünde kitleler halinde toplandılar. Önce
Taksim'e yürüyen üniversite gençliği buradan Deniz Gezmiş öncülüğünde,
dillerinde ünlü "Akın var, güneşe akın!/Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı
yakın!" dizeleriyle Dolmabahçe rıhtımına inerek ele geçirdikleri ABD
araçlarını tahrip ettiler; polisin Dolmabahçe'yi boşaltması üzerine
göstericiler, botlara binerek kaçmayı başaramayan ABD erlerini döverek
"denize döktüler". 6. Filo'ya erzak getiren bir kamyon da engellendi.
Basında Dolmabahçe rıhtımının muharebe alanına döndüğü belirtilirken saat
saat olaylar veriliyordu.[47] Bu dönemde TİP hızla radikalleşen kitle
hareketi karşısında pasifizmin teorisini yaparak hareketi geriye çekmeye
uğraşıyordu. Unutulmaz bir örnek olarak gösterilir: Bu olayda öğrenciler,
Amerikalılara saldırmak için TİP'lilerin barikatlarını aşmak durumunda
kalmışlardı.[48] O sırada SD çizgisine kaymış olan TİP'ten ayrışılması ve
gençler arasında Gezmiş'in de etkisiyle özellikle MDD stratejisinin
benimsenmesindeki en etkili nedenlerden birisi buydu. Parlamentarizmin
mekanizmasına, kurallarına uyularak sosyalist bir devrim yapılmasını değil;
isyan bayrağını açarak, "ikinci bir kurtuluş savaşı" vererek milli
demokratik bir devrimin gerçekleşmesini destekliyorlardı.

18 Temmuz'da ABD'nin Ankara Büyükelçiliği maslahatgüzarı William
Burdett, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Zeki Kuneralp ile bir görüşme
yaparak olaylardan dolayı Washington'ın endişe duyduğunu belirtti ve 6.
Filo'ya mensup Amerikan denizcilerinin can güvenliğinin sağlanamaması
durumunda Türkiye-ABD ilişkilerinin temelden zedelenebileceğini bildirdi.
Burdett görüşme sırasında "Davetli filonun ziyaretini kısa kesmesinin ve
denizcilerin karaya çıkmamasının söz konusu olmadığını" da belirtmişti.
"Amerika hükümeti adına dün yapılan bu teşebbüs, zaman zaman meydana gelen
Amerikan aleyhtarı gösterilerden bu yana ilk ciddi ve sert anlam taşıyan
teşebbüstür." diyordu 19 Temmuz 1968 tarihli Cumhuriyet gazetesi. Aynı anda
6. Filo Komutanı Amiral D.C. Richardson, İstanbul Valisi ile alınacak
tedbirleri görüşürken Ankara'da Amerikan Haber Merkezi'ne ve diğer Amerikan
kuruluşlarının binalarına molotof kokteyli atılarak saldırıda
bulunuluyordu. Olaylar sonucu 3 öğrenci gözaltına alındı. Haberin devamında
dikkat çekici bir olay var: Amerikan uçak gemisinden bir motorla rıhtımda
bulunan Türk polisine "Turkish Police Only" (Yalnız Türk polisi için)
yazılı bir paket içinde kumanya gönderilmiş; polis öğle yemeğini bu
kumanyadan yemiştir. Aynı günün gecesi, olaylara karıştığı saptanan 30 genç
tutuklanırken aynı saatlerde de olayları kınayan İTÜ Rektörü, dekanlar ve
senato üyeleri toptan istifa ettiler.[49] 19 Temmuz'da savcılık, İTÜ Talebe
Yurdu baskınında öğrencileri cop ve tekmeyle yaralayan polisler hakkında
soruşturma başlattı. 20 Temmuz'da İstanbul Hürriyet Meydanı'nda düzenlenen
mitingde ABD, hükümet ve polis yerilirken, Ankara, İzmir, Trabzon, Burdur
ve Eskişehir'de de protesto gösterileri yapıldı. Bu arada Ankara'da polisle
göstericiler arasında çıkan çatışmalar sırasında polis coplarından kaçmaya
çalışan Atalay Savaş adlı genç bir minibüsün altında kalarak öldü. 23
Temmuz'da Konya'da ise bir gün sonra düzenlenmesi kararlaştırılan
"Emperyalizmi Telin" mitingine karşı olan yeşil sarıklı kişilerin bulunduğu
büyük bir kalabalık, Öğretmenler Lokali'ni, Yeni Konya gazetesini, TİP İl
Merkezi'ni ve bazı kitabevlerini tahrip ettiler, 16 kişi tutuklandı. İTÜ
Talebe Yurdu baskınında yaralanan Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat
Demircioğlu'nun İlkyardım Hastanesi'nde sekiz gün komada kaldıktan sonra 24
Temmuz günü sabaha karşı beyin kanaması sonucu yaşamını yitirdiği
saatlerde, gelişleriyle olaylara yol açan 6. Filo gemileri İstanbul
Limanı'ndan demir aldı. Demircioğlu'nun ölümü[50] üzerine toplanan
öğrencileri Toplum Polisi copla dağıtmaya çalıştı, çıkan olaylar sonucu 50
öğrenci gözaltına alındı. Bu olay kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı;
gazeteler olayları gün gün, saat saat yazıyorlardı.[51] Demircioğlu'nun
cenazesi polisle öğrenciler arasında sokak savaşına dönüşen gösterilerden
sonra 25 Temmuz'da memleketi Konya'ya gönderildi. Bu çatışmada 20 polis, 30
genç yaralandı; valinin isteği üzerine olaylara askeri birlikler müdahale
etti.[52] Vedat ve Atalay solcular arasında "ikinci kurtuluş savaşı"nın ilk
şehitleri olarak görüldü, onların ölümleri "devrim şehitleri söylemi"nin
oluşmasında büyük rol oynadı.[53] Deniz Gezmiş bu eylemlerden sonra 30
Temmuz'da tutuklanıp 20 Eylül'de serbest bırakıldı. Sonrasında Cihan
Alptekin ile birlikte Devrimci Öğrenci Birliği'ni kurdu.[54]

6. Filo'ya mensup 6 gemi ile filo sancak gemisi Little Rock'ın önceden
belirlenen "programın dışında" olacak şekilde İzmir Limanı'na yapacağı
ziyaret, Dışişleri Bakanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından
tepki gördü. Bu ziyaretin 30 Ağustos ve 9 Eylül gibi Milli Kurtuluş
tarihlerine denk gelecek olması da muhalefetin oluşmasında etkili
öğelerdendi. Bakanlığın ve Komutanlığın açıklamalarında daha Temmuz
ayındaki olayların etkisi kaybolmadan bu ziyaretin gerçekleşmesinin
yaratacağı tepkiye ve oluşacak gerginliğe karşı duyulan endişe vardı. Ancak
Amerika'nın "ısrarı" sonucunda ziyarete izin verildi.[55]

29 Ağustos sabahı saat dokuz sularında 6. Filo İzmir Limanı'na geldi.
Filo'nun gelişi dolayısıyla çok sıkı güvenlik tedbirleri alınmış,
Amerikalılara ait binalar polis kordonuyla çevrilmişti. Ege Yüksek Öğrenim
Gençliği'nin Cumhuriyet Alanı'nda, öğleden sonra düzenlediği "Tam Bağımsız
Türkiye Mitingi"ne halk da büyük bir ilgi göstermişti. "Ne Amerika Ne Rusya
Tam Bağımsız Türkiye" diye slogan atarlarken sağcı bir grup ortaya çıkıp
"Komünistler!" diye bağırmış ve ortalık karışmıştı. Çıkan çatışmalar
dolayısıyla 2 öğrenci bıçaklandı ve hastaneye kaldırıldı. İlginç bir detay
olarak, yaralanan iki öğrenciden Rasim Kutlu'nun tedavisi yapıldıktan sonra
ortadan kaybolduğu belirtildi. Ziyaretler için karaya çıkan 6. Filotilla
Komutanı Albay R.C. Gibson Vali'yi, Belediye Başkanı'nı ve Güney Deniz Saha
Komutanı'nı makamlarında bulamayıp yardımcılarıyla görüştü.[56]

30 Ekim'de Samsun'da başlayan "Tam Bağımsızlık İçin Mustafa Kemal
Yürüyüşü" 10 Kasım'da Anıtkabir'e çelenk koyulmasıyla sonuçlandı. Bu
yürüyüş ve 6. Filo'nun "denize dökülmesi" gibi eylemler, o dönemde "gençlik
miti söylemi"ni besleyen örneklerdi. Temelleri Jön Türklere kadar gitse de
özellikle Cumhuriyet'in sembolü, koruyucusu, bekçisi olarak seçilmesiyle
gençlik, siyasal olarak inşa edilmiş ve siyasal bir misyon yüklenerek
tanımlanmıştı.[57]

28 Kasım'da Türkiye'ye gelen eski CIA ajanı ve ABD'nin yeni Türkiye
büyükelçisi Robert W. Commer aleyhinde İstanbul ve Ankara'da protesto
gösterileri düzenlendi. İstanbul Yeşilköy'de protesto eden gençlerden Deniz
Gezmiş, Rahmi Aydın, Mustafa Zülkadiroğlu, Toygun Erarslan ve Mustafa
Gürkan tutuklandı.[58] Yılın son aylarındaki öteki gençlik eylemleri ise 9
Aralık'ta İstanbul Üniversitesi'nde düzenlenen "Demokratik Üniversite
Forumu" ve 44 öğrenci örgütünün 24-30 Aralık tarihleri arasında düzenlediği
"Ortak Pazara ve Montaj Sanayiine Hayır Haftası" idi. İTÜ Öğrenci Birliği
ve İTÜ Teknik Okulu Talebe Birliği'nin 1969'da yayımladığı bir
bildiride[59] belirttiği üzere basın, montaj sanayiyi protesto yürüyüşünü
kamuoyuna hiç duyurmamıştı. Nedeni ise basının yayımladığı ilanların yüzde
sekseninin montaj sanayi ürünlerinin reklamı olması ve beslendikleri bu
alan aleyhine tek söz yazamamış olmalarıydı. Bu örnekle "basının bağımlı
niteliği" gözler önüne seriliyor.[60] Diğer yandan, 20 Aralık 1968 tarihli
Cumhuriyet gazetesi manşetinde "Türkiye'nin NATO için 355 milyon dolarlık
askeri tesis kurduğundan" söz ediyordu.[61]

ABD Büyükelçisi Robert W. Commer'in makam arabası 6 Ocak 1969
tarihinde ODTÜ'nün bahçesinde öğrenciler tarafından yakıldı. Rektör Kemal
Kurdaş'ı ziyarete gelen Commer'in CIA'de çalışmış olması ve Vietnam'daki
"pasifikasyon" (yatıştırma) programında önemli bir rol oynamış olması
öğrencileri harekete geçirdi. Bir grup öğrenci su borularını manivela gibi
kullanarak otomobili ters çevirdi ve benzin deposunu ateşledi. Olaya
karışan 9 öğrenciden 2'si tutuklandı. 1965'te Sinan Cemgil ve arkadaşları
tarafından kurulan ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü 7 Ocak'ta bu olay üzerine
bir bildiri yayımladı. "Yaşasın Milli Kurtuluş Savaşımız" başlıklı bu
bildiride öğrenciler, "…Kommer Türkiye'ye normal yollardan sokulmamıştır.
Elbette ki ODTÜ'ye de sokulmayacaktı." diyerek Amerikan emperyalizmine
meydan okuyordu.[62] Üniversite Akademik Konseyi 9 Ocak'ta toplanarak
ODTÜ'yü bir ay süreyle tatil etti, ancak 2000 kadar öğrenci bu kararı
protesto etti ve Rektör Kurdaş'ı istifaya çağırdı. 11 Ocak'ta Danıştay,
ODTÜ'nün bir ay süreyle tatil edilmesi kararını durdurdu. Yine ODTÜ SFK 15
Ocak tarihli bildirisinde "…Daha dün 6. Filo adı verilen ve Türk askerinin
Kıbrıs'a çıkmasını önleyen savaş gemileri en keskin şekilde protesto
edildi, fakat yurdumuzu çiftliği sanan Amerikan gavuru bugün de 'Vietnam
Kasabı'nı elçi olarak gönderdi." sözleriyle tepkisini sürdürüyordu. ODTÜ
Forumu Direniş Komitesi, 17 Ocak'ta Commer'in otomobilini yakan öğrencileri
savunmaları için Türkiye'nin değişik bölgelerinde görev yapan "tüm Kemalist
yani antiemperyalist hukukçulara çağrı" yapmıştı.[63] Burada görüldüğü ve
önceden de belirttiğim gibi hareketlerin temel nüvesi Kemalizm'di. 18
Ocak'ta Ankara'daki Tuslog[64] binası bombalandı. 19 Ocak'ta ABD
Büyükelçisi Commer istifa etti. Ancak Commer, istifa dilekçesini vermiş
olsa da yeni bir büyükelçi atanana kadar bu görevi sürdürecektir.

6. Filo 10 Şubat'ta yeniden İstanbul'a geldi, Çanakkale Boğazı'nı
geçtikten sonra İstanbul Belediye Başkanı Dr. Fahri Atabey ile bazı yüksek
rütbeli subaylar özel bir uçakla kumandan gemisine giderek "Hoş geldiniz."
dediler. İstanbul'da İTÜ'lü öğrenciler yürüyüşe geçip Amerikan Bankası'nı
ve Amerikalıları taşıyan bir aracı taşladı. Dolmabahçe'nin askeri korumaya
terk edilmesi üzerine İTÜ Talebe Birliği Başkanı Harun Karadeniz "Gençlik
olarak sinirlerimiz gergin. Bizim karşımıza Mehmetçiği çıkardılar. Biz Türk
Ordusu'yla ve halk çocuğu Mehmetçik'le çatışmak istemiyoruz. Fakat kasıtlı
olarak bizi karşı karşıya getirdiler. Buna rağmen eylemlerimizi değişik
biçimlerde devam ettireceğiz." şeklinde bir açıklama yaptı. Taksim Anıtı
önünde emperyalizme karşı savaşacaklarına dair ant içtikten sonra 1.
Ordu'nun önüne gidip "Milli Ordu" sloganıyla gösteri yaptılar. Bu arada
yoldan geçen araçların üzerine "6. Filo defol", "Geldikleri gibi giderler"
şeklinde yazılar yazan gençlerle Toplum Polisi arasında çatışma çıktı, bir
öğrenci gözaltına alındı. Ankara'da ise saat on dört sularında Zafer
Meydanı'nda toplanan gençler Amerikan bayrağı yakıp sloganlar attılar. ODTÜ
Öğrenci Birliği de üzerinde "Atam, bize emanet ettiğin Türkiye'de 6.
Filo'ya yer yoktur." yazan siyah kurdelalı bir çelengi Atatürk Anıtı'na
bıraktı. Daha sonra olay yerine gelen Toplum Polisi etrafta olayı izlemekte
olan bazı gençleri sürükleyerek götürdü. "Emperyalizme Karşı Direniş
Komitesi" de 6. Filo'nun gelişini protesto eden ve onlara gözdağı veren bir
bildiri yayınladı.[65] 11 Şubat 1969 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ilk kez
6. Filo ile ilgili bir köşe yazısına birinci sayfada yer verildiğini
görüyoruz, yazar Nadir Nadi. 11 Şubat'ta protesto gösterileri sürdü;
olaylarda 50 kişi yaralandı, 68 kişi gözaltına alındı. Öğrenciler Beyazıt
Kulesi'ne Vedat Demircioğlu'nun resmi bulunan bir bayrak çekti. İzmir'e
sırasıyla 6. Filo'nun Allagash isimli yakıt tankeri ve Diamond Head isimli
ikmal gemisi gelmesinin üzerine TMTF, TKF, DİSK, Ege Üniversitesi Öğrenci
Derneği ve Üniversite Asistanları Sendikası düzenledikleri ortak basın
toplantısında Cumartesi günü (yani 15 Şubat'ta) Emperyalizmi Telin
(protesto) mitingi yapılacağını açıkladılar. Burada artık öğrencilerin ve
işçilerin kurumsal olarak da birbirlerini destekledikleri ve birlikte
mücadele etmek için bir adım attıkları görülüyor. Ankara'da da Muzaffer
Köklü adında bir genç, 6. Filo 48 saat içinde Türk karasularını terk
etmezse kendini yakacağını ileri sürerek bu protesto olaylarında yeni bir
eylem biçimini ortaya koydu.[66]

12 Şubat'ta yine protestolara devam eden öğrenciler Toplum Polisi'nin
lağvını istediler. Ayrıca Belediye Başkanı Atabey'in 6. Filo'yu karşılamaya
gitmiş olmasını protesto edip istifasını istediler. Bu arada "Amerikan
faşizmi"ni temsil eden üzeri gama haçlı ve yıldızlı bir bayrak yakıldı.
İktisat Fakültesi'nde yapılan bir toplantıda ise öğrenciler "polise rağmen
mücadeleye devam edeceklerini ve ikinci bir kurtuluş savaşı için hazır
olduklarını" açıkladılar. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Robert McCloskey
yaptığı açıklamada, Türk makamlarının 6. Filo'ya bağlı dört geminin
İstanbul'u ziyareti sırasında gösterdiği "kusursuz işbirliği"ni övdü ve
Türkiye'de Amerikan aleyhtarı şiddetli gösteriler kaydedildiği yolunda
haberler alınmadığını belirtti; ABD Konsolosluğu'nun 6. Filo ziyaretlerinin
başarılı gerçekleştiği görüşünde olduğunu söylüyordu. UPI[67] ise
İstanbul'da solcu öğrencilerin Amerikan binalarına taş attıkları, Amerikan
bayrağını yaktıkları gibi haberleri verdikten sonra McCloskey'nin
açıklamasını yayınlayarak aralarındaki tutarsızlığı kamuoyuna imalı bir
şekilde belirtmiş oldu.[68] 13 Şubat'ta da İstanbul'da üniversiteli "kız"
öğrenciler Beyazıt Meydanı'nda başlayıp Sultanahmet'te sona eren bir
yürüyüş ve mitingle 6. Filo'yu protesto ettiler. "Yeni Halide Edipler
geliyor", "Türkiye 6. Filo'nun genelevi değildir" yazan pankartlar taşıyan
kadın öğrencilerin protestosu hakkında pek yazılıp çizilmedi. Dünya'nın
tersine, Türkiye'nin 68'inde "eril söylem" öne çıkıyordu; 68, Türkiye'ye
yansırken kadınlar unutulmuştu. [69] Ankara, İzmir, Trabzon ve
İstanbul'daki ilk protesto gösterilerinin ardından öğrenci ve işçi
örgütleri 16 Şubat'ta İstanbul'da "emperyalizme ve sömürüye" karşı bir
yürüyüş ve miting düzenleme kararı aldı. 76 gençlik örgütünün katılacağı
gösteri yürüyüşü Beyazıt'ta başlayıp Taksim Meydanı'nda sona erecekti.
Yürüyüş için valilikten gerekli izin alınmıştı. Bununla birlikte yürüyüşün
düzenlendiği günlerde gerilim artmıştı. 14 Şubat'ta İstanbul'da, cuma
namazından sonra Komünizmle Mücadele Derneği ile artık sağ kesimin
denetiminde olan MTTB'nin öncülüğünde "Bayrağa Saygı" mitingi
düzenlenmişti. Bu mitingde "komünistlere karşı savaş açıldığı" ilan
edilmiş, halka iki gün sonra düzenlenecek protesto yürüyüşünde
"komünistlere gereken dersi vermek üzere" toplanma çağrısı yapılmıştı. 15
Şubat 1969 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir foto muhabirin gizlice
Amerikalıların kaldığı otele girip partilerinden fotoğraflar çekmesinden
"küçük bir haber olarak" belirtilmiş. Foto muhabir, dansöz Şeraye Feray'ın
üstünde sadece külot kalana kadar soyunması için Amerikalı komutan ve
erlerin alkışla tempo tuttuklarını belirtmiş. Sadece bu değil, Amerikalı
askerlerin sık sık Beyoğlu'ndaki genelevlere ve pavyonlara gitmesi, bu
işletmelerin onlar için gündüz de açık kalması da sinirleri geren
olaylardandı. Böylece "Türk kadınının namusuna göz diktiler!", "Kızlarımızı
eğlence aracı olarak kullanıyorlar!" denilerek Amerikan karşıtlığı genel
ahlak yoluyla da besleniyordu ki toplumumuzda en etkili silah bu olsa
gerek.

15 Şubat'ta da İzmir'de TMTF'nin düzenlediği "Tam Bağımsız Türkiye
Mitingi"nde olaylar çıktı. Valilik'ten izin alınmış olan mitingde
öğrenciler slogan atarken polislerin arkasına saklanan bir grubun
"Moskova'ya, Moskova'ya" diye bağırdıkları duyuldu. Sonra ellerinde
patlayıcı maddeler, taşlar ve sopalarla saldırıya geçen KMD mensuplarıyla
öğrenciler Cumhuriyet Alanı'nda yarım saat süreyle kanlı şekilde çatıştı.
Bu olaylar sonucunda çoğu üniversiteli 10'u ağır 30 kişi yaralandı.
Saldırganları önlemeyen Toplum Polisi, daha sonra öğrencilerin üstüne
yürüyüp onları tekme, tokat ve yumrukla öldüresiye dövdü ve yerlerde
sürükledi. Polis öğrencileri dağıttıktan sonra meydana inen saldırganlar
"Hakiki Türkler buraya" diye çağrıda bulundular, halktan ise "Siz kim
oluyorsunuz, bizi oraya çağıracak? Satılmışlar. Alçaklar." diye cevap
geldi.[70] Aynı anda Trabzon'daki protesto gösterisinde de çatışma çıkmış,
100 kişi yaralanmıştı. Başta Bugün ve Sabah olmak üzere bazı sağcı basın
organları da "öğrencilerin halka/polise saldırdığı" yönünde yayımlar
yapınca gerçekleştirilmesi planlanan gösteri yürüyüşünde olaylar çıkacağı
önceden belli olmuştu.

16 Şubat'ta 30 bin gösterici Taksim'e doğru "Emperyalizme Karşı
Mustafa Kemal Yürüyüşü" yapmak üzere Beyazıt'ta toplanırken sağcılar da bir
gazetenin çağrısına uyarak saatler öncesinden Dolmabahçe'ye gelmişlerdi.
Çağrıya göre Dolmabahçe Cami'nde "birlik ve beraberlik" konusunda vaaz
verilecekti. Ancak Dolmabahçe ve çevresi askeri bölge olduğu için görevli
albay burada namaz kılınmasına izin vermedi. Bunun üzerine kalabalık
Fındıklı Cami'ne geçti. Merkez Komutanlığı ile yapılan bir telefon
görüşmesi sonucu Dolmabahçe Cami'ne giriş izni çıktı. Bu camiler arasındaki
yol ise yapılan yürüyüşün güzergahında bulunuyordu. Dolmabahçe Cami'ne
dönen grubun bir kısmı vaazdan sonra Taksim'e yöneldi, bir kısmı da
Dolmabahçe'de kalıp 6. Filo'ya ait uçak gemisini izlediler. Önceki
açıklamalara ve haberlere de dayanılarak bu grubun komando kamplarında
eğitim görmüş kişilerden oluştuğu düşünülmekteydi. Daha sonra bu kalabalık,
ellerinde taş ve sopalarla alana girecek göstericileri beklemeye
koyuldular. Beyazıt'tan hareket eden göstericiler Sultanahmet, Sirkeci,
Karaköy, Salıpazarı üzerinden Dolmabahçe'ye geldiler. Dolmabahçe'den Taksim
yönüne doğru yürüyüşe geçilip İTÜ binasının önüne gelindiğinde Vedat
Demircioğlu'nun anısına bir saygı duruşu yapıldı. Göstericiler Taksim
Meydanı'na girerken polis önlerini keserek alana küçük gruplar halinde
girmelerini sağladı. Alana girenler de burada bekleyen ve sadece iki sıra
olan polis barikatını kolayca aşan sağcı grubun sopalı, taşlı ve bıçaklı
saldırısına uğradı. "Müslüman Türkiye" diye slogan atan ve tekbir getiren
saldırganlar meydana giren göstericileri şiddetli bir biçimde dövdü.
Olaylar sırasında memur Ali Turgut Aytaç ve işçi Duran Erdoğan bıçaklanarak
öldürüldü, 200 kişi yaralandı. Yaralıların kaldırıldığı İlkyardım
Hastanesi'nde koridorlar kan içinde kalmıştı. Bu arada polisin
saldırganları engellememesi dikkat çekti.[71]

Ertesi gün Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir fotoğrafta bir Toplum
Polisi, bir adım ötesinde Turgut Aytaç bıçaklanarak öldürülürken elinde
copla, olayı büyük bir sakinlikle izlemekle yetiniyordu.[72]

Olay toplumda büyük tepki yarattı. 18 Şubat 1969 tarihli Cumhuriyet
gazetesine "Sorumlu olan Hükümettir" manşeti atılmıştı. İktidardaki Adalet
Partisi dışındaki siyasal partiler dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan'ın
istifasını istediler. Buna karşılık Sükan suçu gösteri alanında bulunan
solcu örgütlere yükledi, polisin normal görevini yerine getirdiğini
belirtti ve tepkilere karşı kayıtsız kaldı. TİP Genel Başkanı Aybar
"Hükümetin gayrimeşru duruma düştüğünü" dile getirirken MP Genel Başkanı
Osman Bölükbaşı ise iktidarı "ektiğini biçmekle" suçlayarak "Bu olayları
birtakım siyasi ve karanlık emellerin canlı gerekçesi haline getirmek
hareketleri, evvela kendisini boğacak bir tufan hazırlığıdır." dedi.
Olaylar sırasında pasif kalan Toplum Polisi de "iktidarın gayrimeşru milis
teşkilatı" olarak suçlandı. Demirel ise olanlar üzerine "Tahriklerden
kaçınılmalı." diyordu.[73] Bu arada AP mensubu bazı milletvekilleri de
hükümet hakkındaki suçlamalara katıldılar. Hatta AP Senatörü Mahmut Vural
konuyla ilgili bir genel görüşme açılmasını istedi. Bununla birlikte "Kanlı
Pazar" olarak tarihe geçen bu olay hakkında kısıtlı bir soruşturma
yürütüldü.[74] Deniz Gezmiş bu mitinge katılamamıştı. Çünkü İÜ Sosyoloji
Asistanı Oya Sencer'in (Baydar) "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu ve
Yapısı" adındaki tezi Profesörler Kurulu'nca Aralık ayında reddedildiğinde
o ve arkadaşları bir kere daha okulu işgal etmişti. Bu olay üzerine okul
kapatılmış, Gezmiş de tutuklanarak cezaevine konmuştu.[75]

20 Şubat'ta MGK Kanlı Pazar'ı görüştü. Başbakan Demirel "Türkiye'de
gerginlik var, batıyoruz demeye lüzum yok." dedi. 22 Şubat'ta Kanlı Pazar'a
ilişkin görüntülerin televizyonda gösterilmesi yasaklandı. 24 Şubat'ta
Demirel, AP ajansına verdiği demeçte son olayların küçük bir solcu grup
tarafından çıkarıldığını söyledi. 26 Şubat'ta 6. Filo ziyaretleri Büyükelçi
Commer'in Washington'a gönderdiği rapor doğrultusunda "şimdilik" iptal
edildi. Üç aylık çalışma sonucunda oluşturulan raporda Commer, 1964
yılından bu yana Türk-Amerikan ilişkilerinde ortaya çıkan meseleleri
incelemişti; bu rapor üzerinde yapılacak incelemeler sonuçlanıncaya ve
Nixon Hükümeti'nin Türkiye politikasının tespitine kadar 6. Filo
gemilerinin Türkiye'yi ziyaretinin iptaline karar verildi. Commer raporunda
özellikle iki noktaya dikkat çekiyordu: Üç yıldan beri bir türlü
sonuçlanmayan ikili anlaşmalarla ilgili müzakerelerin en kısa zamanda
sonuçlandırılması ve 6. Filo'nun olumsuz etkiler yaratan ziyaretlerine bir
çare bulunması.[76]

9 Mart'ta Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem yürüyüş yapan öğretmenler
ve öğrenciler için soruşturma açılacağını belirtti. 22 Mart'ta Başbakan
Demirel 14. Basın Toplantısı'nı yapıp "1960 modeli olayların tekrarını
hayal edenler var... Ellerinde kronometre, hükümetin meşruiyetini
kaybetmesini bekliyorlar." açıklamasında bulundu. Sonra da 1 Nisan'da
Eisenhower'ın cenaze törenine katılan Demirel Nixon'la görüştü ve "NATO
devam etmelidir." dedi. 4 Nisan'da ABD Ankara Büyükelçiliği'ne Commer'in
yerine William Handley atandı. 9 Nisan'da dikkat çekici bir olay yaşandı:
Ankara'da gecekondu yıkımına karşı halk, öğrencilerden yardım istedi. Bu da
gösteriyor ki halk, öğrencilerin direnişe geçerek değişimi
başarabildikleri, en azından istenilmeyene karşı güçlü bir muhalefet
geliştirdiklerinde onların gerçekleştirilmemesini sağlayabildikleri
düşüncesine artık sahipti. Nisan ayı boyunca üniversite işgalleri ve
boykotlarında tekrar hararetli bir artış görüldü. 30 Mayıs'ta Ankara ve
İstanbul üniversitelerinde hükümetin reformları gerçekleştirmeden Meclis'in
tatile girmesi protesto edildi. Ankara'da rektör ve 11 dekan istifa etti.
İstanbul'da 6 fakültenin işgali üzerine İstanbul Üniversitesi kapatıldı. 11
Haziran'da solcu öğrenciler Ankara'da 5 Amerikalıyı dövdü, Tuslog binasını
taşlayıp attığı molotof kokteylleri sonucunda yangın çıkardı ve
Amerikalılara ait iki otomobili yaktı.[77] 13 Haziran'da Ankara'da 14
öğrenci kuruluşunca yayımlanan ortak bildiride "Gençlik ne yaptığını
bilmektedir." denildi. 17 Ağustos'ta MTTB Kongresi'nde "ümmetçiler" ile
"milliyetçiler" arasında taşlı sopalı kavga çıkarken 2 Eylül'de de
ODTÜ'deki Öğrenci Birliği seçiminde FKF'cilerle Ortanın Solu grubu
çatışıyordu. "Çatışma" olgusu adeta döneme içkinleşmiş, toplumsal ilişkiler
oldukça gergin ve yıkıcı bir hal almıştı.

23 Eylül'de ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür, İstanbul'da polis kurşunuyla
öldü. Bunun üzerine İstanbul Üniversitesi polis kordonu altına alındı ve
işgal suçundan aranmakta olan öğrenci lideri Deniz Gezmiş teslim oldu.[78]
Ekim ayı boyunca içinde SBF Öğrenci Derneği ve ODTÜ Öğrenci Birliği'nin de
bulunduğu birçok öğrenci örgütü siyasetle uğraştıkları gerekçesiyle
Yargıtay tarafından kapatıldı. 16 Aralık'ta 69 deniz subayı son olaylar
üzerine bir bildiri yayımladı, bu bildiride "Gençliğe sıkılan kurşun
gerçekte Mustafa Kemal'e sıkılıyor." denildi; 21 Aralık'ta haklarında
soruşturma açıldı. 17 Aralık'ta öğrenci olayları Meclis'te görüşüldü,
Demirel "Türkiye ihtilal fobisinden kurtulmalıdır." derken İnönü "Her gün
31 Mart'ı yaşıyoruz." dedi.

19 Aralık'ta 6. Filo'ya bağlı 5 savaş gemisinin İzmir'e gelmesi
üzerine TMTF'de bir "Direniş Komitesi" kuruldu. Komite sözcüleri tüm
devrimci güçleri direnmeye çağırdı, İstanbul ve Ankara'dan 5 bin öğrencinin
İzmir'e gideceğini bildirdi. DİSK, TİP, Ege Üniversitesi Öğrenci Birliği ve
başka birçok öğrenci derneği de direnişe çağıran bildiriler yayımladı. O
sırada boykotta olan Ankara Üniversitesi öğrencileri, boykot süresini "6.
Filo İzmir'i terk edene kadar" olarak belirledi.[79] Çıkan olaylarda
gençler 20 kadar Amerikan plakalı aracı tahrip edip 50 kadar da Amerikalıyı
dövdüler. Öğleden sonra Filo Komutanı'nın Atatürk Anıtı'na çelenk koymasını
istemeyen gençler, diretip polisle çatıştı ve 30 kişi gözaltına alındı.
Narlıdere açıklarında 21 pare top atışıyla İzmir'i selamlayan 6. Filo
gemilerine Türk Batarya Birliği aynı şekilde karşılık verdi. Saat 09.30
gibi karaya çıkan Filo Komutanı Albay James J. Downey resmi ziyaretlerde
bulunduktan sonra yaptığı açıklamada "Türkiye'ye hayran bir kişiyim.
Ülkenize 20 yıldan beri gelmiyorum. Tarihi kalıntılarınızı görmek bizi
mutlu kılacaktır." dedi. 5 gemide 2500 mürettebatın bulunduğunu belirten
Albay Downey, "6. Filo'ya neden direniş gösterildiğini açıklar mısınız?"
sorusu üzerine "Bu insanların psikolojisidir, ama biz iyi niyetliyiz."
karşılığını verdi.[80]

20 Aralık'ta İzmir ve Ankara'da yapılan 6. Filo'yu protesto mitinginde
7 Amerikalı yaralandı, 154 genç gözaltına alındı. Albay Downey adına
Colombus gemisinde bir basın toplantısı düzenleyen Grup Komutanı Kaptan
H.P. Maulden "Ziyaretlere karşı protestolar demokratik rejimin icabıdır.
Biz kendi memleketimizde dahi bu tip olaylara şahit oluyoruz. Ufak
grupların gösterdiği protestoya karşı büyük bir kitle ziyaretimizden memnun
görünmektedir." dedi.[81]

6. Filo'ya bağlı 5 parçalık harp gemisi 22 Aralık sabah saat sekizde
limandan ayrıldı. Filo Komutanı Albay Downey ilgililere olaylar sırasında 5
Amerikalı denizcinin yaralandığını bildirip "Türk ulusunun bize gösterdiği
sıcak ilgiye teşekkür ederiz." demişti. 6. Filo'nun limanda kaldığı süre
boyunca 400 öğrenci gözaltına alınmış, ancak 64 öğrenci Savcılığa
verilmişti. Bunlardan biri işçi, kalanı öğrenci olmak üzere 10 kişi
tutuklandı. Önceki gün gözaltına alınan 25 kadın da serbest bırakıldı.
İstanbul ve Ankara'da çeşitli nedenlerden boykotta olan üniversite ve
fakülteler, Filo'nun limandan ayrılmasıyla boykotlarını sona
erdirdiler.[82] 6. Filo, protestolardan dolayı Mart 1970 İzmir Programı'nı
iptal etmek zorunda kaldı. 1974'te ABD'nin Kıbrıs ambargosu üzerine Türkiye
6. Filo ziyaretlerini durdurdu. 1980'lerin sonlarından bu yana filo
gemileri ara sıra limanlara uğruyor.



Sonuç

Detaylı gazete incelemeleri ve diğer kaynak taramaları ile yaptığım bu
araştırmada 6. Filo'yu Protesto Olaylarını incelemeye çalıştım. Bunu
yaparken olayların geliştiği dönemin konjonktürü hakkında genel bir çerçeve
çizebildiğimi umuyorum. Bu olayları neden-sonuç bağlamında kavrayabilmek
için geniş ve oldukça çetrefilli olan tarihsel arka planını elimden
geldiğince inceleyip temel dinamiklere değindim. Gün gün ilerleyen bir
akışa sahip olan protesto olaylarının bütünlüğünü bozmamak için dönemin
siyasi, ekonomik ve toplumsal dinamiklerini yazının başında belirtmeyi daha
uygun buldum. Bu nedenle Dünya'da ve Türkiye'de 68'i incelerken protesto
olayları sırasında ortaya çıkan gelişmelere de önceden değinmek durumunda
kaldım. Hem olay akışında kopukluklar olmaması hem de dönemin şartları
bilinerek olayların okunmasının daha kavratıcı olacağı düşüncesiyle
araştırmayı bu şekilde yazıya dökmeyi tercih ettim.

Kullandığım kaynakların büyük bir kısmında araştırma konum yazarların
siyasi görüşleri veya sahip oldukları ideolojiler temelinde incelendiği
için farklı ve "gerçeklikten uzak kalmayan" görüşleri iç içe tutarak
objektif bir sonuç elde etmeye çalıştım. Her ne kadar söz konusu dönem ve
olaylar dolayısıyla sol terminolojinin etkisi altında kalmaktan kaçınamasam
da sunduğum çalışmada "detayları" görmezden gelmemeye, gerçekçi olmaya özen
gösterdim. Bu çerçevede, genel bir tarama sonrasında -özellikle birine
ağırlık vererek- en doğru ve detaylı bilgiyi edinebileceğimi düşündüğüm
gazeteleri kullandım.

KAYNAKÇA



ALPAT, İnönü, Popüler Türkiye Solu Sözlüğü: Solun Yüzyıllık Öyküsü,
Dipnot Yayınları, Ankara, 2008, 3. Baskı.

BORAN, Behice, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, Yordam Kitap,
İstanbul, 2016, 1. Basım.

Cumhuriyet Ansiklopedisi (1923-2000), Cilt 3, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2003, 4. Basım.

ERTEN, A. Bağış, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce
Cilt 8/Sol, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, 3. Baskı.

LÜKÜSLÜ, Demet, Türkiye'nin 68'i: Bir Kuşağın Sosyolojik Analizi,
Dipnot Yayınları, Ankara, 2015, 1. Baskı.

MATER, Nadire, Sokak Güzeldir: 68'de Ne Oldu?, Metis Yayınları,
İstanbul, 2009, 2. Basım.

ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası, Cilt 1, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2002, 2. Basım.

RÜZGAR, Esen, Adı Deniz, Herdem Kitap, Ankara, 2015, 5. Baskı.

SANDER, Oral, Siyasi Tarih, Cilt 2, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,
2016, 26. Baskı.




Gazeteler:

Cumhuriyet

Hürriyet

Ulus




-----------------------
[1] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 834
[2] Oral Sander, Siyasi Tarih, Cilt 2, s. 201-202
[3] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Cilt 1, s. 659
[4] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 313
[5] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 836
[6] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 314
[7] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 835
[8] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Cilt 1, s. 659-660
[9] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 838
[10] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 310
[11] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 834
[12] Nispi seçim sistemi bir yerleşimde kaç geçerli oyla bir milletvekili
seçileceğini gösteren sistemdir. 1961'den bu yana genelde bu sistem
uygulanıyorsa da milletvekili seçilmek için adayın partisinin ülke
genelinde %10 barajını aşma zorunluluğu 1980 Darbesi'nden sonra getirildi.
1965'te nispi temsil sistemine eklenen milli bakiye, seçim çevrelerinde
değerlendirilemeyen oyların ulusal bir seçim çevresinde birleştirilmesi
imkanını veriyordu. TİP bu sayededir ki 1965 seçimlerinde %3 oyla 15
milletvekili kazandı. AP Hükümeti 1968'de milli bakiyeyi kaldırdı. 1969
seçimlerinde TİP bu nedenle sadece 2 milletvekilliği kazandı.
[13] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 289-290
[14] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 294
[15] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 290
[16] Hürriyet gazetesi, 1 Ocak 1968, s. 1
[17] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Cilt 1, s. 686
[18] Merkezi Antlaşma Teşkilatı, Sovyet Bloku'nun Ortadoğu'da nüfuz
kurmasını önlemeye yönelik olarak 1958'de kurulan karşılıklı güvenlik ve
savunma örgütü. 1953'te ABD'nin desteklediği ancak üye olmadığı Türkiye,
İran, Irak, Pakistan ve İngiltere'nin aynı amaçla kurduğu Bağdat Paktı'ndan
Irak'ın çekilmesi üzerine, ABD'nin de katılmasıyla oluşan bir devam
örgütüdür. Pakistan ve İran ayrılınca 1979'da fiilen sona erdi, Türkiye-
SSCB ilişkilerinde yeni bir gerginlik neden olmuştu.
[19] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 291
[20] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 292-293
[21] Behice Boran, Türkiye ve Sosyalizm Sorunları, s. 416-417
[22] Demet Lüküslü, Türkiye'nin 68'i, s. 37
[23] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 296-297
[24] Demet Lüküslü, Türkiye'nin 68'i, s. 71-73
[25] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 297-298
[26] İnönü Alpat, Türkiye Solu Sözlüğü, s. 25-26
[27] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 839
[28] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 841-846
[29] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 157
[30] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 168-169
[31] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 845
[32] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 173-181
[33] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 198-202
[34] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 261
[35] İnönü Alpat, Türkiye Solu Sözlüğü, s. 260
[36] A. Bağış Erten, "Türkiye'de 68", Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt
8/Sol, s. 840
[37] Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) 1950'lerde kuruldu, 27 Mayıs
Darbesi'yle kapatıldı. 1963'te yeniden kurulan derneklerin sayısı bir iki
yıl içinde 100'ü geçti. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel derneklerin fahri genel
başkanlığından Temmuz 1965'te istifa etti.
[38] Cumhuriyet gazetesi, 1 Ağustos 1968, s. 1
[39] Hürriyet gazetesi, 10 Ocak 1969, s. 1 ve 7
[40] 1946'da ikinci kez kuruldu. 1946-1965 arası sol cereyanların
etkisindeyken 1965-1980 arası ise milliyetçi ve muhafazakar bir tabloya
sahip. 1965'te genel başkanlığa Rasim Cinisli gelince o döneme kadar
ambleminde "bozkurt" resmi varken yerine "kitap" resmi konuluyor. Bu da
birliğin İslami yönünün ağır bastığının bir ifadesi olarak kabul ediliyor.
[41] Cumhuriyet Ansiklopedisi (1923-2000), Cilt 3, s.188-189
[42] Nadire Mater, Sokak Güzeldir, s. 293
[43] Cumhuriyet Ansiklopedisi (1923-2000), Cilt 3, s. 189-190
[44] Cumhuriyet gazetesi, 16 Temmuz 1968, s. 1 ve 7
[45] 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki Plevne Savunması'nda Osmanlı
birliklerinin komutanlığını yapan Osman Paşa'yı konu alan marş.
[46] Cumhuriyet gazetesi, 17 Temmuz 1968, s. 1 ve 7
[47] Cumhuriyet gazetesi, 18 Temmuz 1968, s. 1 ve 7
[48] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 200-201
[49] Cumhuriyet gazetesi, 19 Temmuz 1968, s. 1
[50] Bunun üzerine Ruhi Su, Vedat Demircioğlu Marşı diye de anılan Bir
Sabah Uykusunda isimli bir türkü yazıp besteleyecektir. "…Altıncı Filo
derler/Belki siz de gördünüz/Kıbrıs'ta karşımıza/Çıktılar,
durdurdular/Boğaz'da karşımıza/Çıktılar, öldürdüler…"
[51] Cumhuriyet gazetesi, 25 Temmuz 1968, s. 1 ve 7
[52] Cumhuriyet gazetesi, 26 Temmuz 1968, s. 1
[53] Demet Lüküslü, Türkiye'nin 68'i, s. 114-115
[54] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 28
[55] Cumhuriyet gazetesi, 21 Ağustos 1968, s. 1
[56] Cumhuriyet gazetesi, 30 Ağustos 1968, s. 1 ve 7
[57] Demet Lüküslü, Türkiye'nin 68'i, s. 93
[58] Cumhuriyet gazetesi, 29 Kasım 1968, s. 1
[59] Sağ tarafta bu bildiriden "6. Filo Beklediğin Ekonomik Düzen
Yurdumuzdan Kovulacaktır" isimli bir karikatür.
[60] Demet Lüküslü, Türkiye'nin 68'i, s. 78
[61] Cumhuriyet gazetesi, 20 Aralık 1968, s. 1
[62] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 210
[63] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 212-214
[64] The United States Logistics Group, ABD'nin genellikle NATO üyesi
ülkelerde bulundurduğu askeri malzeme depoları. Küçük çaplı birer askeri üs
vazifesi görürler.
[65] Cumhuriyet gazetesi, 11 Şubat 1969, s. 1 ve 7
[66] Cumhuriyet gazetesi, 12 Şubat 1969, s. 7
[67] United Press International, ABD merkezli haber ajansı.
[68] Cumhuriyet gazetesi, 13 Şubat 1969, s. 1 ve 7
[69] Demet Lüküslü, Türkiye'nin 68'i, s. 103
[70] Cumhuriyet gazetesi, 16 Şubat 1969, s. 1 ve 7
[71] Cumhuriyet gazetesi, 17 Şubat 1969, s. 1 ve 18 Şubat 1969, s. 6
[72] Hürriyet gazetesi, 17 Şubat 1969, s. 1
[73] Cumhuriyet gazetesi, 18 Şubat 1969, s. 1
[74] Cumhuriyet Ansiklopedisi (1923-2000), Cilt 3, s. 215
[75] Esen Rüzgar, Adı Deniz, s. 53
[76] Cumhuriyet gazetesi, 27 Şubat 1969, s. 1
[77] Ulus gazetesi, 12 Haziran 1969, s. 1
[78] Cumhuriyet gazetesi, 24 Eylül 1969, s. 1
[79] Cumhuriyet gazetesi, 19 Aralık 1969, s. 1 ve 7
[80] Cumhuriyet gazetesi, 20 Aralık 1969, s. 1 ve 7
[81] Cumhuriyet gazetesi, 21 Aralık 1969, s. 1 ve 7
[82] Cumhuriyet gazetesi, 23 Aralık 1969, s. 1 ve 7
Lihat lebih banyak...

Comentarios

Copyright © 2017 DATOSPDF Inc.